"Zamanımız giderek daralıyor"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, gerçekleri bilmenin verdiği güçle birlikte iklim krizine karşı harekete geçebilmemiz için bir zemin yaratmak amacıyla dünyadan derlediği haberleri bir araya getiriyor.

""
"Zamanımız giderek daralıyor"
 

"Zamanımız giderek daralıyor"

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri, İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoşgeldiniz, ben Atlas Sarrafoğlu. Son beş yıldır her hafta Apaçık Radyo'dan sizlere sesleniyor, iklim kuşağının sesini iletmeye devam ediyorum.

Bugün iklim kriziyle ilgili hem dünya genelinden, hem de Türkiye’den önemli gelişmeleri sizinle paylaşacağım. Bilimin, insan haklarının ve gezegenin sesini duymak isteyen herkes için gözümüzü kapatamayacağımız haberlerle buradayım.



Geçtiğimiz hafta, Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Günü'nü geride bıraktık. Bu özel gün, doğadaki her şeyin birbiriyle nasıl bağlı olduğunu ve bizim de attığımız her adımda bu bağı gözetmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlattı.

Bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük tehditlerden biri olan iklim krizi, biyolojik çeşitlilik kaybının da başlıca sebeplerinden. Doğal yaşam alanlarını değiştiriyor, türleri yok oluşa sürüklüyor, tüm ekosistemleri bozuyor. Bu sorunları birbirinden ayrı düşünmek artık mümkün değil çünkü iklim değişikliği sadece karbon salımı demek değil; biyolojik çeşitlilik kaybı da sadece tehlike altındaki birkaç türle sınırlı değil. Bunlar, çok daha büyük ve birbirine sıkı sıkıya bağlı bir sistemin parçaları.

İyi haber şu ki, çözüm yolları elimizde: Ormanları yeniden canlandırmak, sulak alanları korumak, gıda sistemlerini dönüştürmek gibi adımlar, hem iklimi dengelemeye, hem de biyolojik çeşitliliği korumaya yardımcı oluyor. Aynı zamanda yeni işler yaratıyor, toplumları daha dirençli hale getiriyor.

Artık sözler değil, eylemler zamanı - hem insanlar hem de doğa için. Çünkü doğa bizden ayrı değil ve biz de onun bir parçasıyız.

WWF’in Yaşayan Gezegen Raporu yani dünyanın en kapsamlı yaban hayatı analizinin 15. edisyonu, son 50 yılda dünya genelinde izlenen memeli, kuş, balık, amfibi ve sürüngen popülasyonlarının ortalama %73 oranında azaldığını ortaya koydu.

WWF Uluslararası Genel Direktörü Dr. Kirsten Schuijt, bu tabloyu “felaket” olarak tanımlıyor. Rapor, 1970 ile 2020 yılları arasında 5 binden fazla omurgalı türüne ait 35 bin popülasyonun incelenmesiyle hazırlandı. Burada ‘popülasyon’ derken aynı türden canlıların aynı bölgede yaşayan topluluğunu kastediyoruz. Rapor bitkileri ve böcekler, örümcekler, kabuklular gibi omurgasız canlıları kapsamıyor.

Tabii ki küresel ortalama, her bölgedeki durumu tam olarak yansıtmıyor. Rapora göre, en büyük düşüş Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde yaşanmış: Buradaki yaban hayatı popülasyonları ortalama yüzde 95 oranında azalmış. Afrika’da bu oran %76, Asya ve Pasifik’te %60, Kuzey Amerika’da %39 ve Avrupa-Orta Asya bölgesinde %35.

Habitatlara göre baktığımızda ise durum daha da çarpıcı. Tatlı su türlerinde ortalama yüzde 85’lik bir düşüş görülüyor. Kara ve deniz türleri de iyi durumda değil; sırasıyla %69 ve %56’lık kayıplar var.

Peki, bu kayıpların nedenleri neler? Raporda yasadışı avcılık büyük bir tehdit olarak öne çıkıyor. Örneğin, Gabon ve Kamerun’daki Afrika orman filleri kritik derecede tehlikede. Ve artık çok daha net görüyoruz ki, yaban hayatı kaybı ile iklim krizi arasında güçlü bir bağ var.

Yine bir başka biyoçeşitlilik haberine bakalım.



Pasifik Okyanusu’nda, yalnızca 445 kişinin yaşadığı küçük bir ada var: Lord Howe Adası. Volkanik yapısı ve çok sayıda kuş türü nedeniyle Birleşmiş Milletler Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Ada, her yıl yaklaşık 44 bin kadar 'sable shearwater' kuşuna yani diğer adlarıyla et ayaklı shearwater ya da mutton kuşlarına ev sahipliği yapıyor. Bu deniz kuşları, yavrularını burada büyüttükten sonra Japonya’ya göç ediyor.

Ancak bu masalsı hikâyenin gölgesinde çok karanlık bir gerçek yatıyor. Araştırmacılar, bu kuşların denizden plastik toplayıp yavrularına yedirdiğini ortaya koydu. Son yapılan araştırma gezisinde, midesi adeta bir tuğla gibi plastikle dolu ölü bir kuş bulundu. Ekolog Alex Bond’un açıklamasına göre, bu kuşun midesinden tam 778 parça plastik çıkarıldı. Bu, geçen yılki rekoru da geçmiş durumda — o zaman, bir kuşun midesinden yaklaşık 400 parça plastik çıkmıştı.

Doğanın en hassas dengelerinden biri olan okyanus ekosistemi insan eliyle hızla kirleniyor ve bu kirliliğin faturası, Lord Howe Adası’ndaki gibi uzak, korunmuş sanılan cennetlerde bile yaban hayata kesiliyor.

Peşpeşe biyoçeşitlilik haberlerine devam ediyorum. 

Bilim insanları, Papua Yeni Gine kıyılarında meydana gelen bir sıcak hava dalgası sırasında bazı turuncu çizgili palyaço balıklarının zayıfladığını gözlemledi. Yine, zayıflama eğiliminde olan balıkların hayatta kalma olasılığı daha yüksek çıktı.

İklim değişikliği nedeniyle su altındaki sıcak hava dalgaları daha sık ve daha şiddetli hale geliyor. Daha sıcak sular, palyaço balıklarının yaşadığı deniz şakayıklarının beyazlamasına neden olabiliyor ve bu da balıkları hayatta kalmak için uyum sağlamaya zorluyor.

Bilim insanları, 2023 yılında hâlâ dünya genelinde mercanların beyazlamasına neden olan yoğun bir sıcak hava dalgası sırasında Kimbe Körfezi'nde 134 renkli palyaço balığını izleyip ölçtü. Bu balıklardan 101’inin, 'stres' nedeniyle zayıfladığı tespit edildi.

Mantar enfeksiyonlarının her yıl yaklaşık 2,5 milyon insanın ölümüne neden olduğu tahmin ediliyor ve mevcut verilerin yetersizliği, bu sayının gerçekte çok daha yüksek olabileceğini gösteriyor.

Ancak, özellikle de bu son derece uyum yeteneğine sahip organizmaların ısınan bir iklime nasıl tepki vereceğini anlamaktan hâlâ oldukça uzağız.

Manchester Üniversitesi’nden bir bilim insanı ekibi, dünyada yaygın olarak bulunan ve özellikle akciğerleri etkileyen, yaşamı tehdit eden aspergillozis hastalığına neden olabilen Aspergillus adlı mantar grubunun gelecekteki yayılma potansiyelini haritalamak için bilgisayar simülasyonları ve iklim tahminleri kullandı.

Araştırmalar, iklim krizi şiddetlendikçe belirli Aspergillus türlerinin yaşam alanlarını genişleteceğini ve Kuzey Amerika, Avrupa, Çin ve Rusya’nın yeni bölgelerine yayılacağını ortaya koydu. Bu ay yayınlanan çalışma, hâlihazırda hakem değerlendirmesi sürecinden geçiyor.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki 17 ülkede yapılan yeni bir araştırma, iklim krizinin kadın sağlığı üzerindeki ciddi etkilerine dikkat çekiyor. 1998-2019 yılları arasındaki verilerin analizine göre, sıcaklıktaki her 1°C’lik artış hem kadınlarda kanser görülme oranlarını, hem de bu hastalıkların neden olduğu ölüm oranlarını istatistiksel olarak anlamlı şekilde artırıyor. En çok etkilenen kanser türleri arasında meme, yumurtalık, rahim ve rahim ağzı kanseri bulunuyor - özellikle yumurtalık ve meme kanseri ölümlerinde çarpıcı artışlar gözlemlendi.

Araştırmanın başyazarı Dr. Wafa Abu El Kheir Mataria, sıcaklıkların yükselmesiyle birlikte kadınlarda kanser kaynaklı ölümlerin arttığını vurgularken, çalışmanın ortak yazarı Dr. Sungsoo Chun ise kadınların özellikle hamilelik döneminde iklimle ilişkili sağlık risklerine karşı fizyolojik olarak daha savunmasız olduğunun altını çizdi. Bunun yanında, sağlık hizmetlerine erişimdeki eşitsizlikler, çevresel risklere maruz kalma oranı ve erken tanı olanaklarının yetersizliği gibi yapısal sorunlar kadınların riskini daha da artırıyor.

Araştırmaya göre, 2050 yılına kadar bu bölgede sıcaklıkların 4 derece daha artabileceği tahmin ediliyor. Bu durum, özellikle kırılgan gruplar arasında yer alan kadınları çok daha fazla sağlık tehdidiyle karşı karşıya bırakabilir. Yumurtalık kanseri vakalarında en keskin artış görülürken, rahim ağzı kanseri artış oranı en düşük seviyede kaldı. Ancak dört kanser türünde de ölüm oranlarının yükseldiği saptandı.

Çalışma, sıcaklık artışının doğrudan kansere neden olduğunu söylemese de artan sıcaklıkların kanser riskini dolaylı yollardan artırabileceğini gösteriyor. Bu etkiler arasında zararlı maddelere yani kanserojenlere daha fazla maruz kalma, sağlık sistemlerinin bu yükü kaldıramayacak hale gelmesi ve vücutta hücre düzeyinde olumsuz biyolojik değişimlerin yaşanması gibi faktörler yer alıyor. Ek olarak, araştırmacılar iklimin yanı sıra hava kirliliği, sıcak hava dalgaları, ekonomik düzey ve sağlık sistemlerindeki farklılıkların da önemli yerel faktörler olduğuna dikkat çekiyor.

Bu araştırma, iklim krizinin yalnızca çevresel değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet temelli sağlık eşitsizliklerini de derinleştiren küresel bir tehdit olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Üstelik de Dünya Meteoroloji Örgütü’nün yeni raporuna göre, önümüzdeki beş yıl içinde en az bir yılın bugüne kadar kaydedilen en sıcak yıl olma ihtimali %80. Bilim insanları ayrıca, 2030’dan önce dünyanın sanayi öncesi döneme göre 2 derece daha sıcak olabileceği bir yıl yaşanma olasılığının artık düşük de olsa var olduğunu söylüyor. Bu senaryo, daha önce mümkün bile görülmüyordu ve şimdi ise 'şoke edici' olarak tanımlanıyor.

Rapor, 2025-2029 arasında küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme göre ortalama 1,5 dereceyi aşma ihtimalini %70 olarak belirliyor. Bu oran, Paris Anlaşması’nın kritik sınırlarının tehlikede olduğunu gösteriyor. 1,5 derece eşiğinin en az bir yıl boyunca aşılma ihtimali ise %86’ya ulaşmış durumda. Bu oran 2020’de yalnızca %40’tı. Yani dünya tahmin edilenden çok daha hızlı ısınıyor.

Bu ısınma; aşırı kuraklıklar, seller, orman yangınları ve sağlık krizleri gibi etkileri de beraberinde getiriyor. Üstelik kutuplar ortalamadan 3,5 kat hızlı ısınıyor, Amazon kuraklaşıyor ve Güney Asya ile Kuzey Avrupa’da daha fazla yağış bekleniyor. Kısacası iklim krizi her bölgeyi farklı ve sert şekilde etkiliyor.

Bilim insanları hâlâ zamanımız olduğunu ama bunun için fosil yakıtların acilen terk edilmesi gerektiğini ve “1,5 derece kaçınılmaz değil” diyorlar yani bu tabloyu değiştirmek için hâlâ elimizde bir şans var ama bu şansın süresi giderek kısalıyor.

Sırada bir bilimsel araştırma var. Araştırma Çin’de temiz enerji üretimindeki artışın, ülkedeki hızlı elektrik talebi artışına rağmen ilk kez karbon salımlarında düşüşe yol açtığını ortaya koydu.

Geçmişte Çin’in karbon salımlarındaki düşüşler genellikle farklı nedenlere dayanıyordu. Örneğin, 2015-2016 yıllarındaki teşvik sonrası durgunluk döneminde ya da 2022’deki sıfır-Covid politikalarının uygulandığı zamanlarda geçici azalmalar yaşanmıştı. Ancak genel tabloda, Çin’in karbon salımları ekonomik kriz dönemleri dışında sürekli artış gösterdi.

Bu yeni analiz ise hem resmi verilere, hem de ticari kaynaklara dayanıyor ve Çin’in karbon salımlarının bir yılı aşkın süredir ya sabit kaldığını ya da azaldığını gösteriyor.

Yeni rüzgar, güneş ve nükleer enerji kapasitesinden sağlanan elektrik, artan talebe rağmen kömürle çalışan santrallerin üretimini azaltmaya yetmiş durumda. Önceki düşüşlerin aksine, bu kez salımlar ekonomik yavaşlama nedeniyle değil, temiz enerji kaynaklarının devreye girmesi sayesinde düşüyor.

Ancak dikkat çeken bir nokta var: Çin’in karbon salımları hâlâ son zirveye oldukça yakın seyrediyor. Bu da demek oluyor ki, kısa vadede yaşanacak bir sıçrama, Çin’in karbon salımlarını tüm zamanların en yüksek seviyesine taşıyabilir.

Çin’den Pasifik’in diğer tarafına Amerika’ya dönüyoruz. ABD’nin kuzeydoğu kıyılarında yaşanan su baskınlarında önemli bir artış gözlemlendi. Yeni bir araştırmaya göre, bu artışın başlıca nedenlerinden biri, Atlantik Okyanusu’ndaki hayati öneme sahip bir okyanus akıntısı sisteminin zayıflaması. Bilim insanları bu sistemin birkaç on yıl içinde tamamen çökebileceği konusunda uyarıyor.

Bu sistemin adı Atlantik Meridyen Devridaim Dolaşımı — kısaca AMOC. Dev bir taşıma bandı gibi çalışan bu akıntı, okyanus boyunca ısıyı, tuzu ve tatlı suyu taşıyarak sadece bölgesel değil, küresel iklimi, hava olaylarını ve deniz seviyelerini etkiliyor.

Elbette kıyı taşkınlarının tek nedeni bu değil; iklim krizine bağlı deniz seviyesi yükselişi başta olmak üzere birçok etken var ancak geçtiğimiz Cuma günü Amerikan Bilim Geliştirme Derneği’nin yayımladığı çalışmaya göre, AMOC sistemi özellikle ABD'nin kuzeydoğu kıyıları için belirleyici bir rol oynuyor.

Yani yalnızca buzulların erimesiyle değil, okyanusun kendi iç dengelerindeki bozulmalarla da karşı karşıyayız ve bu, yalnızca Amerika’yı değil, tüm dünyayı etkileyen zincirleme bir etki yaratabilir.

Dikkatimi çeken bir başka rapor var sırada…

Birleşmiş Milletler’in yeni yayınladığı Küresel Gıda Krizleri Raporu, 2024 yılında akut gıda güvensizliği ve çocuklarda yetersiz beslenmenin art arda altıncı kez yükseldiğini gösteriyor. 53 ülke ve bölgede 295 milyondan fazla insanı etkileyen bu kriz, geçtiğimiz yıla göre %5’lik bir artış anlamına geliyor. En kötü etkilenen bölgelerdeki nüfusun yaklaşık dörtte biri, yani %22,6’sı kriz düzeyinde açlıkla mücadele ediyor. Savaşlar, aşırı hava olayları ve ekonomik şoklar, bu durumun başlıca nedenleri arasında.

Rapor, özellikle Gazze, Güney Sudan, Haiti, Mali ve Sudan gibi bölgelerde kıtlık koşullarının ya da felaket düzeyinde gıda güvensizliğinin yaşandığını vurguluyor. Aynı zamanda Sudan, Yemen, Mali ve Gazze’de yaklaşık 38 milyon çocuğun beş yaş altında akut yetersiz beslenmeyle karşı karşıya kaldığı bildiriliyor. Aşırı hava koşulları, El Niño kaynaklı kuraklıklar ve seller nedeniyle 18 ülkede 96 milyondan fazla insan etkilendi. Öte yandan, Ukrayna, Kenya ve Guatemala gibi bazı ülkelerde insani yardımlar ve tarımda iyileşme sayesinde gıda güvensizliğinde azalma yaşandı. BM yetkilileri, açlık döngüsünü kırmak için yerel gıda sistemlerine yatırım yapılması gerektiğinin altını çiziyor.

Hawaii’de Valilik, iklim krizinin yıkıcı etkilerine karşı güçlü bir adım atmış. Haftanın son haberi olarak da bu habere bir bakalım istiyorum. Vali Josh Green, otellere uygulanan vergiyi artıran ve bu geliri iklim dayanıklılığı projelerine ayıran yeni yasayı imzaladı. Bu yasa, iki yıl önce Maui Adası'nda 102 kişinin ölümüne ve Lahaina kasabasının neredeyse tamamen yok olmasına neden olan orman yangınının ardından geldi.

Yeni vergiyle birlikte, Hawaii her yıl yaklaşık 100 milyon dolar gelir elde etmeyi hedefliyor. Bu parayla Waikiki plajlarına kum takviyesi yapılacak, fırtınalara karşı binalar güçlendirilecek ve istilacı, yanıcı otlar temizlenecek. Amaç; hem doğayı korumak hem de benzer felaketleri önlemek.

Yasa, otel konaklamalarına günlük %0,75 oranında ekstra vergi getiriyor. Ayrıca 2026’dan itibaren kruvaziyer gemilerine de %11’lik yeni bir vergi uygulanacak. Ziyaretçiler toplamda yaklaşık %19’luk bir vergi ödeyecek olsa da, otel işletmecileri bu kararı destekledi. Çünkü bu adımın, hem çevreyi koruyarak turizmi sürdürülebilir kılacağı hem de ziyaretçi deneyimini iyileştireceği düşünülüyor.

Vali Green, bu gelirlerin iklim projeleri için özel bir fona aktarılmasını istese de, yasa paranın devlet bütçesine dahil edilmesine karar verdi. Yine de hükümet, fonların; yerli ormanların ve canlıların korunması, iklim dayanıklılığı ve turizmin çevresel etkilerini azaltmak için kullanılacağını açıkladı.

Hawaii Temsilcisi Adrian Tam da açık konuştu: “Plajlarımız erirse, ormanlarımız yanarsa, doğamız zarar görürse turistlere gösterecek hiçbir şeyimiz kalmaz. Eğer şimdi harekete geçmezsek, turizm sektörü çöker.”

Bu hafta da sizlere dünyanın dört bir yanından iklimle ilgili haberleri aktardım. Bu haberleri derlemekteki amacım sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda iklim krizinin artık uzak bir tehdit değil, her yerde, her gün daha da yakıcı bir şekilde yaşanmakta olduğunu göstermek.

Görüyoruz ki; sel felaketleri, kuraklıklar, aşırı sıcaklar, orman yangınları ya da eriyen buzullar artık sadece belirli bölgelerin değil, tüm gezegenin ortak gerçeği haline geldi ve ne yazık ki bu tablo giderek daha da ağırlaşıyor. Bilim insanlarının uyarıları, yapılan analizler, yayınlanan raporlar ve sahadaki gözlemler aynı noktada birleşiyor: Zamanımız giderek daralıyor.

İklim krizinin etkileri artık yalnızca çevreyi değil, ekonomiyi, toplumsal yaşamı, göç hareketlerini ve insan haklarını da doğrudan etkiliyor. Bu nedenle mesele yalnızca çevre meselesi değil, bir adalet meselesi haline gelmiş durumda. En az sorumluluğu olanlar, krizin en ağır yükünü taşıyor.

Tüm bu haberleri sizlerle paylaşırken amacım bir korku tablosu çizmek değil; tam tersine, gerçekleri bilmenin verdiği güçle birlikte harekete geçebilmemiz için bir zemin yaratmak çünkü hâlâ bir şeyleri değiştirme şansımız var. Direnişin, yaratıcılığın ve dayanışmanın gücüyle yeni bir gelecek mümkün ve bu gelecek, biz harekete geçersek yazılacak.

Büyük Ev Ablukadan seçtiğim iki şarkı ile İklim Kuşağı Konuşuyor programını kapatıyorum; önce “Hepsi Ne Fena” ve sonrasında da “Güneş Yerinde” dinleyeceğiz.

Haftaya yine dünyanın dört bir yanından iklimle ilgili gelişmeleri, çözüm önerilerini, analizleri ve ilham veren direniş hikayeleri ile buluşmak üzere, kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize lütfen iyi bakın.

Unutmayın: Bilmek yetmez, hissetmek yetmez… Değişim, birlikte mümkün.

https://www.youtube.com/watch?v=I_xxQIXHPo0
 

https://www.youtube.com/watch?v=ZXYaTnyaJok&list=OLAK5uy_nHKpJwmOE-NnOs9gmUoRnpFMAwAF-P9mQ&index=1