İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, iklim krizinin tetiklediği kuraklık ve nüfus artışıyla birlikte suyun değerinin arttığını ve aynı bağlamda çatışmaların da yükseldiğini belirtiyor.
Apaçık Radyo’nun İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoşgeldiniz, ben Atlas Sarrafoğlu. Bugün iklim krizinin etkilediği bölgelere bakacağız.
İlk olarak Cennet Akbelen’in yok ediliş haberi ile başlıyoruz. Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’de 2023 yılında 750 dönümlük Akbelen ormanlarında 100 bin adete yakın asırlık çam ağacını kömür uğruna katleden Limak Holding ve IC İçtaş Holding umduğunu bulamadı.
Köylülerin ve çevre savunucularının yaklaşık altı yıldır direnmelerine rağmen jandarma ve polis eşliğinde 2023 Eylül ayında 'Dört yıllık kömür var' diyerek doğayı talan eden Limak ve İçtaş, bir aylık kömür çıkaramadı.
Sözcü’den Yaşar Anter’in haberine göre, 750 dönümde 100 bin adete yakın asırlık çam ağacını Yeniköy Kemerköy AŞ termik santrallerine kömür sağlamak amacıyla katleden Limak, aradan iki yıl geçmesine rağmen umduğunu bulamadı.
Dört yıllık kömür yatağı bulma umuduyla bölge halkının ve kamuoyunun bütün itirazlarına rağmen doğayı talan eden Holding, bir aylık kömür bile bulamadan bölgeyi o haliyle bıraktı.
Yaptıkları eylemlerle aylarca bu talana direnen, uğruna jandarmadan defalarca dayak yiyen köylüler yaşadıklarını anlattı.
Köyde yaşayan evli, iki çocuk, iki torun sahibi 72 yaşındaki Necati Ova, “Kömür uğruna Limak, yaşam alanlarımıza acımadan müdahale etti. Cennet Akbelen ormanları cehennem çukuru oldu. Akbelen Ormanı’nda iki yıl nöbet tuttum, bin 500 asker-polis topladılar, bizi copladılar biber gazı sıktılar, ormana kıydılar,” dedi.
Holdinglerin katlettiği çam ağaçlarına çocukları gibi sarıldıklarını anlatan bir diğer köy sakini Aytaç Yakar ise, “Akbelen ormanları için biber gazı yedik, cop yedik, TOMA’ların önüne yattık, çamlarımıza sarıldık çocuklarımız gibi. Limak – İçtaş yanına devleti de alarak ormanları katletti. Tutuklananlar oldu, hâlâ yargılanan köylülerimiz var. Burada kömür filan çıkmadı, 23 dönüm yerim, iki evim, iki ahırımı yok ettiler hepsini aldılar. Limak-İçtaş Akbelen ormanlarını cehenneme çevirdi, devlet onların yanında yer aldı. Bizi unuttular,” dedi.
Tüm Türkiye’deki vatandaşları uyaran Yakar, “Bugün bize yapılanlar, yarın sizin topraklara gelecekler. Bize bu topraklar Atatürk’ten kaldı, Atatürk çocuğuyuz ve Atatürk çocuğu gibi topraklarımıza sahip çıkacağız,” dedi.
İkizköy’de iki çocuğu ile birlikte altı yıldır nöbet tutarak mücadele eden İkizköy Çevre Komitesi Gönüllüsü ve İkizköy Mahalle Muhtarı Nejla Işık, bütün bu yıkımın sadece altı günde gerçekleştiğini vurguladı. Işık, “Cennetimizi cehenneme çevirdiler. Altı yıldır mücadele veriyoruz. Sadece orman için değil yaşam alanlarımızı, tarlalarımız, zeytinliklerimizi korumak için mücadele ettik, ediyoruz. Sadece altı gün içerisinde Akbelen ormanlarını katlettiler O hengame içerisinde tahsisli alan dışındaki ormanlara da dalıp yanlışlıkla onlarca dönüm ormanı da katlettiler. Ne yazık ki bu şirketler, o kadar aç gözlü ki doymuyor,” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin dört bir yanından gelen çevre savunucuları ve bölge halkı polis ile jandarmanın ortak müdahalesi ile alandan uzaklaştırılmıştı.
Limak ve İçtaş Holding istediğini alamazken köylüler mücadeleyi bırakmayacaklarını vurguladı. İkizköy Mahalle Muhtarı Nejla Işık, “Burada kömür uğruna yedi köy tamamen yok edildi. Mahkemelerimiz davalarımız devam ediyor. İdare mahkemeleri bize davaları kaybettiriyor. Ama biz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) kadar gideceğiz. Eninde sonunda bu mücadeleyi kazanacağız. En büyük üzüntümüz yok edilenlerin geri gelmeyecek olması. Bunların gözü hiçbir şeyi görmüyor, onlar için her şey para,” diye konuştu.
Gerçekten yürek yakan bir haber. Evet, bu bozuk düzende doğayı katletmek bu kadar kolay işte. Çünkü hukuk şirketlerden yana, devlet şirketlerin yanında, medya susturulmuş, yargı sessiz, kamuoyu yorgun ve çoğu zaman umutsuz bırakılmış. Akbelen'de olan sadece bir ormanın yok edilmesi değil; adaletin, vicdanın ve aklın toprağagömülmesidir.
750 dönüm orman… Asırlık çam ağaçları… İnsan bunun ne demek olduğunu anlamakta zorlanıyor. Bir ağacı büyütmek 100 yıl, bir ormanı katletmek yalnızca altı gün sürüyor. Üstelik bu talan, dört yıllık kömür için bile değilmiş — bir aylık bile çıkaramamışlar. Yani yok ettikleri yalnızca doğa değil, gelecek, yaşam, onur.
Bu nasıl bir sistemdir ki, yaşam alanlarını savunan köylüler cop yerken, ağaçlara sarılan kadınlar yerlerde sürüklenirken, şirketler ‘yanlışlıkla’ fazla kesim yapınca sadece 'pardon' diyebiliyor?
Nasıl bir rejimdir ki, halkını değil holdingleri savunur?
Ve nasıl bir vicdansızlıktır ki, binlerce yıllık canlılığı, milyonlarca canlının yuvasını bir aylık kazanca kurban eder?
Ancak bu hikâyenin bir sonu yok — çünkü İkizköy halkı pes etmedi. Etmiyor. “AİHM’e kadar gideceğiz” diyorlar.
Çünkü direniş bazen sonuç almaz ama onur kazandırır. Çünkü ormanlar kesilebilir ama kökleri hâlâ yerin altında nefes alır.
Şimdi mesele şu: Bu ülkede Akbelen gibi kaç orman sessizce yok ediliyor?
Kaç direniş habersiz, desteksiz, umutsuz bırakılıyor?
Eğer bu topraklara gerçekten Atatürk'ün mirası diyorsak, eğer "vatan" sadece sınır değilse, ormanına, suyuna, ağacına da sahip çıkmak vatandaşlık görevi değil midir?
İkizköy'deki yaşlı amcanın, Aytaç Yakar'ın, Nejla Işık'ın sesi olmak, bu ülkede hâlâ vicdanı olan herkesin görevi artık.
Şimdiki haberime iklim krizi perspektifinden suyun önemine bakmak istiyorum. Haberin başlığı 'Sessiz ama öldürücü bir bomba': Birleşmiş Milletler raportörüne göre İsrail, Gazze'de suyu silah olarak kullanıyor.
Birleşmiş Milletler’in güvenli içme suyu ve sanitasyon hakkı özel raportörü Pedro Arrojo-Agudo, Anadolu Ajansı'na verdiği röportajda İsrail’in Gazze'deki su altyapısını yok etmesini ve Filistinlilerin temiz suya erişimini engellemesini 'sessiz ama ölümcül bir bomba' olarak nitelendirdi.
“Bir halkın içme suyunu kesmek, üstlerine sessiz ama yıkıcı bir bomba atmakla eşdeğerdir,” diyen Arrojo-Agudo, bu stratejinin sadece Gazze’ye özgü olmadığını, tüm Filistin topraklarında uygulanan bir savaş ve işgal stratejisi olduğunu vurguladı.
İsrail’in saldırılarının, Gazze’de kişi başı günlük su erişimini yalnızca 5 litreye düşürdüğünü belirten raportör, bu miktarın büyük kısmının ise yüksek tuzluluk ve dışkı kaynaklı kirlilik nedeniyle içilemez durumda olduğunu söyledi.
Çocuklar arasında ishal vakalarının bir hafta içinde 40 binden 70 binin üzerine çıktığını belirten Birleşmiş Milletler yetkilisi, salgın hastalıkların, böbrek yetmezliği ve susuzluğun yaygınlaştığını ifade etti.
Raportör ayrıca, Gazze’deki kanalizasyon altyapısının çökmesi nedeniyle açık alanlara atık suların karıştığını, her 4 bin 500 kişiye yalnızca bir duş ve her 220 kişiye bir tuvalet düştüğünü belirterek, "Temel hijyen koşulları bile sağlanamıyor," dedi.
“Bu bir askeri zafer stratejisi değil, doğrudan sivil halka karşı kullanılan bir savaş aracı,” diyen Arrojo-Agudo, Gazze’de yaşananların insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir felaket olarak anılacağını söyledi.
Gazze’de suyun bir silah olarak kullanılmasına dair bu çarpıcı tablo, aynı zamanda bize suyun ne kadar hayati ve kırılgan bir kaynak olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bugün savaşlarla yok edilen su altyapıları, yarın iklim krizinin etkileriyle zaten kendiliğinden çökecek durumda. Kuraklık, artan sıcaklıklar ve kaynakların adaletsiz paylaşımı, suyu sadece çatışma bölgelerinde değil, tüm dünyada yaşamsal bir mücadele alanına dönüştürüyor. Bu nedenle suyun bir insan hakkı olarak korunması, iklim krizine karşı atılacak her adımda öncelikli bir mesele olmalı.
Gazze'de suyun bir savaş silahına dönüşmesi, yalnızca oradaki insanların değil, dünyanın dört bir yanındaki toplumların karşı karşıya olduğu bir gerçeği gözler önüne seriyor: Su artık sadece bir yaşam kaynağı değil, aynı zamanda bir egemenlik aracı, bir tehdit unsuru ve giderek büyüyen iklim krizinin tam merkezinde yer alan stratejik bir unsur. Bu tehlikeli denklem, yalnızca Orta Doğu'da değil, Güney Asya’da da giderek daha fazla kendini hissettiriyor.
Temmuz 2023’te, Pakistan’ın orta-doğu kesimindeki on binlerce çiftçiden biri olan Ali Haider Dogar, Hindistan’ın kuzey bölgelerinde yaşanan ani selleri hafifletmek amacıyla Sutlej Nehri’nden Pakistan’a su salmasının ardından tarlalarının sular altında kaldığını anlattı.
Dogar, ailesinin 2023’te on binlerce poundluk zarar gördüğünü belirtirken, Pencap’ta bulunan köyündeki tüm çiftçilerin, Hindistan’ın Hindistan kontrolündeki Keşmir’deki bir turist saldırısının ardından Pakistan’ı suçlamasıyla İndus Suları Anlaşmasını askıya almasından sonra, önümüzdeki aylarda en kötü senaryodan endişe ettiklerini söyledi.
Saldırıda 26 kişi hayatını kaybederken, İslamabad saldırıyla bir ilgisi olduğunu reddetti. Hindistan yalnızca anlaşmayı askıya almakla kalmadı; Pakistan’la ticareti durdurdu, diplomatlarını sınır dışı etti ve Pakistan vatandaşlarına vize vermeyi de askıya aldı. Buna karşılık Pakistan da Hindistan’la tüm ticari ilişkilerini kesip hava sahasını Hint havayollarına kapattı.
İndus Antlaşması, Pakistan’daki sulanan tarım arazilerinin ve hidroelektrik üretiminin %80’ini besleyen İndus Nehri ve kollarının paylaşımını düzenliyor. Dogar, antlaşmanın askıya alınmasının 'bizi dehşete düşürdüğünü' söylüyor ve ekliyor, "Artık Hindistan bize ani seller veya barajlarla ilgili veri sağlamak zorunda değil. Bizi susuz bırakabilirler."
Antlaşma, 1947’deki bölünmenin ardından kaynak nehirlerinin tamamı Hindistan’da kalması nedeniyle yıllar süren müzakereler sonucunda 1960 yılında Dünya Bankası aracılığıyla imzalanmıştı. Doğu kolları Hindistan’a, batı kolları Pakistan’a bırakılmıştı. Bu antlaşma, nükleer silahlı iki ülke arasında yaşanan üç savaşa rağmen bugüne dek ayakta kalmayı başarmış, dünyanın en başarılı su paylaşımı anlaşmalarından biri olarak gösterilmişti.
Ancak Pakistan’da tarıma dayalı ekonominin kalbinde yer alan bu su kaynakları artık tehdit altında. Pakistan Çiftçiler Birliği Başkanı Khalid Khokhar şu sözlerle durumu özetliyor: “Su bizim hayatımız. Bunun üzerinde siyaset yapılamaz. Su bizim yaşam damarımız. Eğer bunu yaparlarsa, bu bir savaştır.”
Uzmanlar, Hindistan’ın mevcut barajlarının su akışını aniden durduracak kapasitede olmadığını ve antlaşma uyarınca yalnızca depolama kapasitesi sınırlı hidroelektrik santralleri inşa edebildiğini belirtiyor.
Ancak bu durumun uzun vadede değişebileceği ve veri paylaşımının durmasının felaket sonuçlara yol açabileceği yönünde ciddi uyarılar da var.
Pakistanlı su uzmanı Naseer Memon şöyle uyarıyor, “Delhi, nehirler üzerindeki gelişmeleri Pakistan’a bildirme yükümlülüğünü görmezden gelirse bu bir insani felakete yol açar. Milyonlarca insanın hayatı tehlikeye girer.”
İklim krizinin derinleştirdiği kuraklık, artan enerji ve tarım talepleriyle birlikte, bu tür su anlaşmalarının kırılganlığı daha da belirgin hale geliyor. Su üzerindeki bu jeopolitik gerilimler, artık sadece çatışmaların değil, iklim krizinin de en yakıcı cephelerinden biri olarak karşımızda duruyor.
Gazze ve Hindistan-Pakistan hattı yalnız değil. Su, Orta Doğu’dan Afrika’ya, Güney Asya’dan Latin Amerika’ya kadar pek çok bölgede çatışmanın odağında. Nil Nehri etrafında Mısır, Sudan ve Etiyopya arasında yıllardır süren gerilim, Etiyopya'nın Hedasi Barajı inşasıyla daha da tırmandı. Orta Asya’da Tacikistan ve Kırgızistan’ın baraj projeleri, Özbekistan ve Kazakistan ile su paylaşımı krizlerine yol açtı. İran ve Afganistan arasında Helmand Nehri nedeniyle uzun süredir tansiyon yüksek.
Bu örnekler gösteriyor ki, iklim krizinin tetiklediği kuraklık ve nüfus artışıyla birlikte suyun değeri arttıkça, çatışmalar da artıyor. Su, sadece bir kaynak değil; barış ya da savaşın nedeni, adalet ya da baskının aracı haline geliyor. Bu nedenle su yönetimi artık yalnızca teknik değil, aynı zamanda etik, politik ve insani bir meseledir.
İklim krizi derinleştikçe, su artık yalnızca bir doğal kaynak değil, en temel insan haklarından biri olarak yeniden tanımlanıyor. İçilebilir suya erişim, gıda güvenliği, sağlık ve yaşam hakkı doğrudan suya bağlıyken; bu kaynağın jeopolitik bir silaha dönüşmesi, yalnızca devletlerarası gerilimleri değil, milyonlarca insanın varoluş hakkını tehdit ediyor. Gazze’den Pencap’a, dünyanın dört bir yanında suyun kesilmesi ya da manipüle edilmesi, insanların hayatlarını, geçim kaynaklarını ve geleceklerini ellerinden alıyor.
Uluslararası hukuk, içme suyuna erişimi bir insan hakkı olarak tanımlıyor. Ancak iklim krizinin derinleştirdiği adaletsizlik, bu hakkı giderek daha fazla ayrıcalığa dönüştürüyor. Suyun politik koz haline gelmesi, iklim krizinin yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ağır bir insan hakları krizi olduğunu da ortaya koyuyor.
Bu yüzden suyu korumak, sadece çevreyi korumak değil; insanlığı, barışı ve adaleti savunmaktır.
Akbelen'deki halkın maruz kaldığı ekokırım dahil, dünyanın dört bir yanında kapitalizmin ve sömürünün şiddeti altında yaşam mücadelesi veren toplulukları göz ardı edemeyiz. Su savaşlarında sesini en çok duyuranlardan biri de ABD'nin Dakota bölgesindeki Standing Rock direnişiydi. Açık Radyo'nun sabah programı Açık Gazete’de de yer alan Bikem Ekberzade’nin Standing Rock bölümlerini dinleyenleriniz olmuştur...
Standing Rock nedir, duymamış olanlar için çok kısaca bahsedeyim; Standing Rock, ABD'nin Kuzey Dakota eyaletinde bulunan Lakota Sioux yerlilerine ait bir bölgede yer alıyor. 2016 yılında, Dakota Access Petrol Boru Hattının bu bölgeden geçirilmek istenmesi üzerine, yerliler ve destekçileri büyük bir direniş başlattı. Bu boru hattı yalnızca kutsal toprakları ve tarihi mezar alanlarını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda Missouri Nehrini kirletme riski taşıyarak milyonlarca insanın içme suyunu tehlikeye atıyordu. Bu nedenle mücadele “Water is Life (Su Hayattır)” sloganıyla tüm dünyada yankı buldu.
Bu hafta sizin için seçtiğim şarkı “Water Is Life", tam olarak bu direnişe ithaf edilmiş güçlü bir çağrı: Bu şarkı Dakota Access Boru Hattı'nı durdurmak için barışçıl, güçlü ve çeşitli bir hareketi yöneten Standing Rock Rezervasyonu ve Sioux Kabilesi'ne destek amacıyla oluşturulmuş.
Şarkı, sadece bir protesto değil; suyun kutsallığına, yerli halkların direncine ve doğayla uyum içinde yaşamanın mümkün olduğuna dair bir hatırlatma.
Gelecek hafta Cuma günü 14’te tekrar İklim Kuşağı Konuşuyor programında buluşana dek kendinize, sevdiklerinize ve en çok da gezegenimize lütfen iyi bakın.