Pakistan Hindistan sınırında yaşanan gece saldırılarının ardından, Lahorlu Waseem Ahmad Siddiqui ile bu saldırıları ve tarihsel arkaplanını konuşuyor, Tarık Ali'nin bölgenin kültürel ve siyasal yapısını değerlendirdiği makalesine değiniyor ve Faiẓ Aḥmad Faiẓ'in şiiriyle bölümü sonlandırıyoruz.
Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba herkese. Günaydın. Burası Apaçık Radyo. Bugün Ferhat Kentel yok. Ben, Waseem Ahmad Siddiqui ile birliktesiniz.
Özdeş Özbay: Günaydın Waseem.
Ömer Madra: Günaydın Waseem, öerhaba.
W. A. S: Tekrar merhaba. Şimdi hemen konuya geçeyim, Pakistan ve Hindistan arasında gece saldırılar oldu.
Ö. Ö: Evet böyle bir ürkütücü haberle güne başlamış olduk ve senin programına denk gelmesi de biraz ilginç oldu. Çünkü sen Lahorlusun. Hatta yakın zamanda gitmiştin Waseem, uzun zaman sonra aileni görmeye. Lahor, Hindistan Pakistan sınırında ve bir savaş ihtimali önceki yıllardaki seni de göç yollarına düşüren şeylerden bir tanesi.
Böyle bir tesadüf oldu. Aynı zamanda dün senin serginin de açılışıydı. Aslında normalde, eğer bu savaş meselesi çıkmasaydı, hafifçe serginin açılışından da konuşuruz diyordum. Depo’da, “…Şimdi! (Evinizde kalabilir miyim?)” başlıklı serginin açılışı vardı.
Waseem Ahmad Siddiqui tarafından hazırlanan sergi, 12 Temmuz'a kadar Depo’da devam edecek. Ama sanırım bunu konuşmaya şimdi zamanımız olacak.
W. A. S: Evet, konuşamayacağız. Çok konuşamayacağız. Benim de bugün konuşacaklarım vardı... Başka türlü başka şeyler vardı. Başka haberler vardı. Fakat bu sabahın erken saatlerinde böyle bir şeyle uyandım. Sanırım hepimiz bu şeyle uyandık ve haberlerin gidişatını hemen bir düzeltmek istedim. Kapsamlı bir şekilde Pakistan ve Hindistan'daki gece saldırılarıyla ilgili, gerçekten şunu söylemekten geçemeyeceğim, olağanüstü ve küstahca, hadsizce bir şey var. Aslında her ikisi de ulus devlet. Hindistan tabii daha eski bir kıta, Hint adası ama sonrasından bağımsız oluyor Pakistan 1942'de. Pakistan diye bir ad, bir kelime, bir ulus devlet çıkıyor oradan. Müslüman çoğunluklu nüfus göç ediyor Hindistan'dan.
Fakat Pakistan'da Halifiler'de yaşayan en az sayıda topluluk hem Hristiyanlar hem de Hindular. Bunu öncelikle belirtmiş olayım. Şimdi, iki hafta önce Bahalgam-Keşmir saldırısının ardından Pakistan ve Hindistan arasında yeniden gerilimler başladı. Hindistan, Bahalgam’daki katliamın ardından Keşmir’de 1500 kişiyi gözaltına aldı. Geçtiğimiz hafta tatil beldesi Bahalgam’da 26 kişinin katledilmesinin ardından büyük bir çatışma beklentisi zaten vardı ve bu da endişeye yol açtı. Hindistan, Çarşamba günü, yaklaşık 100 gün sonra, Pakistan genelinde "Sindoor Operasyonu" kapsamında bir dizi saldırı başlattı.
Ö. M: Sindoor Operasyonu deniyor öyle mi?
W. A. S: Evet. Sindoor Operasyonu, doğrudan Keşmir bölgesini hedef alıyor. Keşmir bölgesi halihazırda Hindistan sınırları içinde yer alıyor ve bu sınır Camu ve Keşmir üzerinden geçiyor. Bu bölge, yoğunlukla Hint askerlerinin konuşlandığı bir alan. Sindoor Operasyonu daha önce de kullanılan bir askeri harekât; şu anda yeniden başlatılmış durumda ve Pakistan’a doğru yönelen bir strateji izleniyor. Bu operasyon, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin emriyle başlatıldı.
Saldırının ardından ISPR (Inter-Services Public Relations - Hizmetler Arası Halkla İlişkiler), Pakistan'a ait bu askeri iletişim kurumu, bölgede farklı silahlarla 21 saldırının gerçekleştiğini raporladığını açıkladı. Bu saldırılarda 26 Pakistan vatandaşı yaşamını yitirdi, 46 kişi ise yaralandı. Pakistan ordusu hızlı bir şekilde karşılık verdi; 5 Hint savaş uçağını düşürdü, bir Hint tugayı ile kontrol hattı üzerindeki bazı karakolları imha etti.
Bu gelişmeler, iki nükleer gücün karşı karşıya gelmesinden kaynaklanan derin ve tehlikeli bir güç ilişkisini gözler önüne seriyor. Hindistan'ın Pakistan topraklarına yönelik bu saldırgan tutumu, ciddi bir provokasyon niteliği taşıyor. Ancak tüm bu çatışma atmosferinde asıl göz ardı edilen nokta, her savaşta olduğu gibi sivillerin yaşadığı trajediler oluyor. 26 Pakistan vatandaşının ölümü ve buna karşılık Pakistan’ın anında askeri müdahaleye girişmesi, trajik bir tablo ortaya koyuyor. Bu durumun değerlendirmesi kolay değil; çok katmanlı bir acı söz konusu.
Bunun yanı sıra, sizlerin de belirttiği gibi, Pakistan’daki nehir sistemleri de bu çatışmanın dolaylı cephelerinden biri haline geldi. Özellikle Çenab Nehri'nde, Hindistan’ın dağlardan gelen su akışını durdurduğu ifade ediliyor. Marala’daki ölçüm istasyonundan alınan verilere göre, Pencap Sulama Departmanı’ndan üst düzey bir yetkili pazartesi günü yaptığı açıklamada, Hintli yetkililerin pazar günü su akışını engelleme kararı aldığını belirtti. Çenab Nehri, Pencap bölgesinden geçiyor ve suyun neredeyse tamamen kesildiği bildiriliyor. Bu, Hindistan’ın zaman zaman başvurduğu stratejik bir tehdit biçimi: suların kesilmesi ya da artırılması. Akış yükseldiğinde sele sebep olabilecek düzeye ulaşabiliyor ve bu da ciddi tehlike yaratıyor.
Yetkililer, Hindistan’ın ani su boşaltımıyla sel benzeri felaketlerin yaşanabileceğini bildiriyor. Reuters kaynaklı habere göre Hindistan, yeni D52 hidroelektrik projesi kapsamında rezervuar kapasitesini artırmayı planlıyor. Şu anda Çenab Havzası’ndaki barajlarını doldurmak için Pakistan’ın suyunu kullanıyorlar. Ancak bu, İndus Suları Anlaşması’nın açık bir ihlali anlamına gelir. ISPR da bu ihlallerin takibini sürdürmektedir.
Ö. M: Waseem bu epey de eski bir anlaşma değil mi? Çok uzun zaman önce yapılmış. Biraz önce sözünü ettik ama tam tarihini hatırlamıyorum şimdi.
W. A. S: Evet eski bir anlaşma, bildiğim kadarıyla yine Hindistan ve Pakistan'ın ayrılışından, bağımsız olduktan sonra bu anlaşmalar.
Ö. M: Hemen hemen evet, 49 falan gibi hatırlıyorum ben de.
W. A. S: Evet, 1947'de Hindistan bağımsızlığını kazandı; 1948-49 yılları arasında ise bu bölgedeki anlaşmalar şekillenmeye başladı. Ancak bu döneme ilişkin anlaşmaların trajik bir yönü de var: Mahatma Gandhi’nin ölümü. Bu tarihsel kırılmaların içinde çok özel ve acı bir yerde durur. Bildiğiniz üzere RSS (Rashtriya Swayamsevak Sangh), Nazi ideolojisine yakın çizgide bir yapılanmadır ve şu an iktidarda olan Başbakan Narendra Modi’nin partisi BJP (Bharatiya Janata Party) de bu çizgiyle benzer bir düşünsel arka plana sahip. Bu ideolojik yapı, suyu bir silah gibi kullanma, su akışını kesme ya da artırma gibi uygulamaları da bu zihniyetin parçası olarak devreye sokuyor. Bu noktada önemli bir dipnot eklemek istiyorum. 3 Mayıs’ta Tarık Ali’nin kaleme aldığı bir yazı var, New Lefft Review’da, birazdan bahsedeceğim.
Burada vurgulamak istediğim esas mesele şu: Hindistan’ın tehditleri ki bunlar oldukça küstahça tehditler, nükleer bir gücün nasıl denetimsiz ve tehlikeli hale gelebileceğini açıkça gösteriyor. Nükleer güç sahibi olmak övünülecek bir durum değildir. Ancak özellikle Pakistan’da, neredeyse okullarda bile yüceltilen bir kimlik unsuruna dönüştürülmüş durumda. Bu ulusal bir gurur malzemesi gibi anlatılıyor oysa bir ülkenin nükleer silahlara sahip olması, ne etik ne de insani bir üstünlük kazandırır. Bu düşünce altyapısı ciddi şekilde sorgulanmalı.
Şu anki durumda da görüyoruz ki, iki ülke de birbirini “benim de nükleer silahım var” diyerek tehdit ediyor. Bu bana hep dedemi hatırlatır. O, biz küçükken sık sık bu konulara değinir, Pakistan’ın uzun yıllar askeri yönetim altında kaldığını anlatırdı. Aslında hâlâ bu askeri vesayetin izleri sürüyor. Üstelik bu durum yalnızca Pakistan’la sınırlı değil; Hindistan da benzer biçimde güçlü bir askeri bürokrasiyle şekilleniyor. Sokaklarda, yollarda, marketlerde, adliyelerde, üniversitelerde, eğitim kurumlarında bile askerî varlığı hissediyorsunuz. Bu da yönetim anlayışının militarist karakterini gözler önüne seriyor.
Bu yapının tarihsel köklerinde darbe ile iktidara gelen General Zia-ul-Hak yer alıyor. 1978 yılında Zülfikar Ali Butto’nun idam edilmesinin ardından iktidara gelen Zia-ul-Hak, Pakistan’da askeri vesayeti kurumsallaştırdı. Bu vesayet, zamanla ekonomik, siyasal ve kültürel alanları yutan, neredeyse her şeyi ele geçiren bir yapıya dönüştü. Bu konuya dair daha ayrıntılı bir perspektif için Tarik Ali'nin 3 Mayıs’ta New Left Review’da yayımlanan makalesine başvurabilirsiniz. Yazının başlığı “On The Brink?” yani “Eşik Noktasında mı?” diye.
On the brink?
Şimdi bu yazıya böyle kısa bakabiliriz diye düşündüm. Çünkü Tarık Ali hem Hindistan hem Pakistan’ın tarihsel ilişkilerini de yansıtmaya çalışıyor. Ama aynı zamanda bu bir tür işgal. bu bir türlü bitmeyen, sorunsal yeri, yani bu mesele ile dolu yeri, bunu bir benzetme olarak Gazi'ye aslında okuyor. Yani Gazi'ye üzerinde bunu anlatmaya çalışıyor Tarik Ali. Ve Tarik Ali'nin burada yine esas meseleyi narinda modelinin otoriterliği ve iktidarı üzerinden nasıl bir acımasız, başka türlü bir faşizmi tanık oluyoruz. Yani yolun ortasında, bunu belki kulağınıza çok tuhaf gelecek. Şu an halihazırda Müslümanlar, yani Hindistan'da yaşayan Müslümanlar zaten birçok şeylerden geçiyorlar ve bu bitmeyen bir şey. Yine şeyden sonra özellikle Hindistan ve Pakistan bağımsız olduktan sonra halihazırda Hindistan'da yaşayan Müslümanların vatandaşlığı iptal etme söz konusuydu birkaç sene önce. Ve bunu renderen Modi aslında çok ciddi bir şekilde sadece Hindutva bir etnisiteyi, bir kitleyi hayal ediyor. Tek tip bir Hindu devleti aslında hayal ediyor. Ve bunun içinde her şeyi yapıyor, her şeyi yapıyor.
Tanıdığım bazı arkadaşlarım, Hindistan'da yaşayan, onlarla liseyi ben birlikte okudum. Zaman zaman konuşurduk. Herhangi böyle bir çatışmadan sonra bunun etkisi Hindistan'da yaşayan Müslümanlar. Bunun acısını onlar çekiyorlar. Yolun ortasında durduruyorlar. Sokağın ortasında durduruyorlar. Belki süt veya su almak için bir barkete gidiyorsunuz. Ortasını durduran böyle bir çete grubu geliyor yanınıza ve orada size linç ediyor aslında yolun ortasında. Yani böyle bir durum var. Onu da gözünüzde böldürmek isterim. Tam bu pahalılık alan saldırıdan sonra pek görünemeyen bir aşağılanma söz konusu. Hindistan'da yaşayan Müslümanlar için bahsediyorum. Yani bu o yüzden çok kemikleşmiş bir kavram. Yani bizim çoğu zaman bahsettiğimiz bu İslamofobia değilen bir tuhaf bir kavram ama bu çok ciddi bir kavram bir yerde bazı coğrafyalarda. Yani İngiltere, Amerika, Anglo-Sakson ülkelerde ve burada Hindistan'da da geçeli olmak üzere bir İslamofobia Ama bu İslamofobinin bir kimlik haline gelmesinin arkasındaki nedeni, tam da bu her gün yaşanan, sokağın ortasında yaşanan bir aşarlanma sonuç konusu aslında. Ki orada doğmuş bir insandan bahsediyoruz, orada doğmuş ve orada hayatını yaşamış insandan bahsediyoruz aslında. Ve onların vatandaşını da iptal edebilmek sonuç konusu. Yani zaten çoğunluk orada. BCP'ye hem destek veren maalesef siviller. Çünkü onların da tek bildiği bu. Yani ne konuşuluyorsa onları görüyorlar. Tek bildiği bu olduğu için sıradan bir kitle sizin yanınızda gelip böyle bir mobbing'e boyunca maruz bırakabiliyor. Ve benzer bir şey Pakistan'da da sos konusu bu arada. Yani Pakistan'da blasphemy diye bir şey yaydın. Yani bilmiyorum siz bununla ilgili duydunuz mu? Yani blasphemy diye bir şey.
Ö. M: Yani dine küfür.
W. A. S: Evet, evet. Dine küfür etmek, dini eleştirmek, hakkında bir şey söylemek, sizi çok zor bir durumda bırakabiliyor, mobbinge maruz kalabiliyorsunuz. Bununla birçok örnek var aslında Pakistan'da. Söylediğim gibi -söylemek çok kolay değil fakat bu çok da saklanan bir şey ama artık en azından konuşuluyor. En azından 80-90'larda bu Vietnam döneminde özellikle Anglo-Sakson o dönemlerde eğitim almaya giden bazı isimler var ve geri dönmeye çalışan Ekbal Ahmet onlardan biriydi.
Ekbal Ahmet, Ziya-ül Hakk'ın buradan nasıl bir yani şimdiye kadar Pakistan'da lanetlenmiş bir kişi olduğunu anlatıyor zaten. Yani bu askeri yönetim de biraz öyle bir şey. Ki şu an bunu tam tersinde şey görüyoruz, yani bu Pakistan şu an kendini korumak adına bir tepkisini veriyor fakat burada meselenin delili çok başka yerlerde de geçebilir. Şöyle ben şimdi Tarık Ali'nin bir yeri biraz okumak isterim. Tarık Ali şöyle diyor, Hindistan ve Pakistan savaşa hazırlanıyor. Savaşın gerekçesi ise bir kez daha işgal altındaki Keşmir. Bu ihtilaflı bölgenin kontrolü 1947'den beri iki devlet arasındaki ilişkilerinin normalleşmesinin önündeki başlıca engel. 21 Nisan'da bir grup, Keşmirli militan, Pahalgam'ın çiçeklerle dolu çaylarının, kristal akarsularının ve karla kaplı dağların güzelliğinin tadını çıkaran 26 turisti hedef alarak öldürüldü. Saldırının sorumluluğu Direniş Cephesi adlı az bilinen bir örgü tarafından üstlenildi ve ardından hızla reddedildi. Bu durum 2002 Gujarat katliamından, tahminen 2000 sivilin katledilmesine başbakan olarak başkanlık eden ve uzun süredir Müslüman karşıtı pogromlarınsavunucusu olan Narendra Modi.
Narendra Modi için bir özel bir hareketti bu. Hindistan Başbakanı olarak üçüncü döneminin yaşayan aşırı sadece Hindu milliyetçisi Modi daha önce artık ciddi bir Keşmir sorunu olmadığını ilan etmişti. Nihai çözümü olan Keşmir'in özel statüsünü 2019'da iptal etme planı başarıya ulaşmıştı. Ama hiçbir şey Pahalgam’da tatil yapanların katledilmesini haklı gösteremez ve çok az Keşmirli ya da Hintli Müslüman bu tür eylemleri destekleyecektir.
Ö. M: Evet, Pahalgam’da tatilcilerin katledilmesini hiçbir şey haklı gösteremez diyor.
W. A. S: Evet. Burada şunu da söylüyor, buradaki genel durumu anlamak için tarihsel bağlam gereklidir, diyor. İsrail'in bile Haaretz’i var, diyor. Ya da burada sanırım şey diyebilirim, Türkiye'nin bile Apaçık Radyo’su var. Ve Hindistan'ın yok. Keşmir dokunulamaz bir konu olmaya devam ediyor. Çoğunluğu Müslüman olan bu eyalette. bağımsızlık sırasında kongre liderleri tarafından vaat edildiği gibi kendi kaderini belirlemesine asla izin vermedi. Bunun yerine Pakistan ordusunun İngiliz komutanının kullanılmasını kabul etmediği kısa bir savaşın ardında yeni Hindistan ve Pakistan Cumhuriyetleri arasındaki arasına bölündü ve geriye Hindistan'ı düzenli birliklerine karşı koymak üzere ayak takımı bir güç kaldı. Ünlü pasifist Mahatma Gandhi -Tarık Ali bunu diyor, ünlü pasifist diyor- Hindistan'ın işgalini kutsadı. Hindistan anayasının 370 ve 35A maddelerinin, Keşmir'in özel statüsünü garanti altına alması gerekiyordu. Özellikle de Keşmirli olmayanlara mülk satın alma ve oraya yerleşme hakkını yasaklayarak bu durum her türlü hoşnutsuzluğunu acımasızca bastırması ile birleşti ve Keşmir'i asker birliklerin asla çok uzakta olmadığı bir polis devletine dönüştü. Cinayetler ve tecavüzler yaygınlaştı. Toplu bir Mezar haline geldi diyor.
Ö. M: Hatta toplu mezarlar da bulunmuş değil mi? Evet.
Ö. Ö: Bu arada Waseem sen şey dedin ya "Türkiye'de hiç değilse her şeye rağmen bir Apaçık Radyo var, Hindistan'da yok." Bu Sınır Tanımayan Gazeteciler bir Basın Özgürlüğü Raporu yayınlandı geçtiğimiz günlerde. Az evvel Cengiz Aktar'la konuşuyorduk. İlginç bir şey söyleyeyim. Hindistan Türkiye'den 8 sıra yukarıda. 151. sırada Hindistan. Pakistan ise 158. sırada. Türkiye 159. sırada. Pakistan'ın bir altında. Yani Hindistan ve Pakistan'da durum Türkiye'den daha iyiymiş.
W. A. S: Evet, doğru diyorsun, hakikaten doğru diyorsun. Benim uzaktan takip ettiğim ve gördüğüm kadarıyla tabii mücadele verenler var. Pakistan'dan küçük, az sayıdaki bazı vicdanlı örgütlerden bahsedeceğim. Muhalefet bazıları. Tam açıklığıyla anlatmaya ve konuşmaya da çalışıyorlar. Bütün öz eleştiriler de dahil. Öz eleştiriler çok önemli burada. Keşke bunu anlayabilsek.
Yayının sonuna gelmişken, ben son olarak Faiẓ Aḥmad Faiẓ'in bir şiiriyle vedalaşmak istiyorum.
Ö. M: Bunu da İngilizce olarak yayınlayacağız. Belki de çevirisine de yer verme fırsatı bulabiliriz. Faiẓ Aḥmad Faiẓ'in Hindistan karşıtı, Hindu karşıtı olarak adlandırılan şiiri:
We Shall See
We shall see
Certainly we, too, shall see
that day that has been promised to usWhen these high mountains
Of tyranny and oppression
turn to fluff and evaporateAnd we oppressed
Beneath our feet will have
this earth shiver, shake and beat
And heads of rulers will be struck
With crackling lightening
and thunder roars.When from this God's earth's (Kaa'ba)
All falseness (icons) will be removed
Then we of clean hearts-condemned by Zealots those keepers of
Faith,
We, will be invited to that altar to sit and Govern-
When crowns will be thrown off- and over turned will be thronesWe shall see
Certainly we, too, shall see
that day that has been promised to usThe God's name will remain (Allah will remain)
Who is invisible and visible too
Who is the seer and is seen
There will rise one cheer- I am God!
Who I am too
and so are youThen the masses, people of God will rule
Who I am too
and so are youThere will rise one cheer- I am God!
Who I am too
and so are you
W. A. S: Çok önemli bir şahsiyet bu arada Faiz Ahmet Faiz. Tekrar konuşuruz bunun üzerinde. Bir sürgündü. Önemli bir şairdi. Herkese çok teşekkürler.