Dün sabah radyoda Ömer Bey bir anısını paylaşarak radyonun dinleyicileriyle, destekçileriyle 30 yılda nasıl bir koskoca aile haline geldiğini anlatıyordu.
Bindiği otobüsteki cici karı koca yolcu, Ömer Bey’i tanıyıp heyecanlanmışlar.
Özdeş Özbay da arkasını getirip Ömer Bey’in bir başka yerde tanınıp nasıl ıslıklarla, alkışlarla karşılandığını ekledi.
Sabah telaşıyla güne yetişmeye çalışırken münasebetsiz beynim geri kalır mı? "Aaa bak Ömer Bey’inki gibi senin de bir hikayen var" deyip beni beş dakika kanepeye kilitledi, bunları yazmaya koyuldu.
Yıllar yıllar önceydi.
Sımsıcak bir yaz döneminde, zamandan bir kısa bölüm kopararak Kuzey Ege kıyılarında, pek bilinmeyen, ıssız- sessiz doğanın içinde tatil yapıyordum. Denizden yeni çıkmıştım. Gözlerim kapalı, güneşin altında kurumaya ve hatta biraz da ısınmaya bırakmıştım kendimi.
Birden kulaklarıma tanıdık sesler geldi.
El yordamıyla buralarda da kapamayı unuttuğum, kapatmayı beceremediğim için de bol bol eleştiri aldığım radyomu aramaya başladım.
"Aman, şimdi burada çok bilmişlerden biri ‘yok artık, burada da mı Açık Radyo’ diyecekler diye hafiften doğrulmayı seçtim.
Üzerinde olduğum ışıl ışıl kumsaldan, iki adım ötesindeki şıkır şıkır denizden, içinde eşyalarımın durduğu deniz sepetimden başka birşey yoktu. Kitabın üstünde mini radyo da hiç olmamıştı.
Şezlongda doğrulup oturdum, etrafı gözlemleyip kulak kesildim. Kıyıyı çimenlik bahçeden ayıran çimenlerin üzerindeki tahta koltuklarda iki bey oturuyordu. Kendi aralarında konuşuyorlardı.
Ortalık çok sessiz olsa gerek, konuşmalar olmasa bile sesler çok netti, bana zahmetsizce ulaşıyordu.
Onlar ve Açık Radyo?. Açık Radyo, ben ve onlar?..
Zihnimde uçuşan sorular ancak bir süre sonra yanlarından geçerken yenilemeyen merakıma yanıt olacaktı.
“Pardon, siz Açık Ra....” derken cümlem tamamlanamadan dünyanın iki ucundaki dostların birbirlerini bulma heyecanları sardı ortalığı.
Onlardı işte!!! Kurşun Asker programının iki kahramanı, Açık Radyo’nun içinden atlayıp gelmiş, o güzelim yerde, ayrıcalıklı sesleriyle yine benimleydi.
Heyecan doruk. Biz söyleşmekten yorgunken, oraya daha çok yeni geldiği çok belli olan, kıyıdaki duvara sırtını vermiş, kolları bol dövmeli motorsikletli zıpçıktı genç telefonunu kulağına dayamış, “Kadın adamı radyo yayınından tanımış, ondan heyecanlandı da" diyerek benden yakınıyordu...
İçimdeki çok bilmiş ses; bu kez de " Açık Radyon yine şikayet aldı senin yüzünden, görüyor musun?!" diyordu.
Ben umursamazca biraz da keyifli, “Açık Radyo kaçık, ben ondan da kaçıkım"
Çok yaşa Açık Radyo... Sen farklılığınla, yapılmayanı yapmakla, tam ve bütün olmanın çılgınlığıyla kâinatın sesisin! Bizim de nefesimizsin!
Ayşe Sazak