20 Kasım 2006Referans Gazetesi
İyi bir kemancı düşünelim. Daha güzel çalabilmek için iyi bir kemanı olmasını ister. Stradivarius ustanın yaptığı kemanların iyilerinden birisine sahip olmayı düşler. Ama bunu edinmenin çok pahalı olduğunu da bilir. Kemancı her gün çalışır, bir yandan kemanı üzerindeki teknik hakimiyetini pekiştirir öte yandan da yapıtları en iyi biçimde yorumlamak için uğraşır. Defalarca prova yapar. Kemancının amacı yorumunu bir konserde dinleyiciler ile paylaşmak, onların alkışlarını duyarak zaferini pekiştirmektir. Böyle bir başarı kemancıyı Stradivarius keman sahibi olmaya da yakınlaştırır. Çünkü o zaman kemancının böyle pahalı bir kemanı hak ettiğini düşünenlerin sayısı artacaktır.
Şimdi de iyi bir askeri pilotu düşünelim. O da görevini daha iyi yapabilmek için iyi bir uçağı olmasını ister. Çağdaş teknolojinin olanaklarının sınırlarında bir uçak. Ama bu uçağın çok pahalı olduğunu da bilir. Pilotun uçağının teknik özelliklerini öğrenmesi, ona hakim olabilmesi için sürekli çalışması, eğitim uçuşları yapması gerekir. Öte yandan, becerisini gerçeğe yakın koşullarda sınamak ve geliştirmek için tabikatlara katılır. Aynen kemancının prova yapması gibi. Ama kemancı ile askeri pilot arasındaki benzerlik burada biter. Askeri pilotun amacı kemancıdan farklıdır. Kemancı yaşamını adadığı olayın, yani konserin, olması için çalışırken, askeri pilot yaşamı boyu hazırlandığı olayın, yani savaşın, olmaması için uğraş vermektedir. İşi bir anlamda kemancıdan daha zordur. Çünkü, başarısı, bir şeyin olmasında değil olmamasındadır.
Uçak Alımı Haberleri
Bir süre önce, kamu oyuna arka arkaya üç haber yansıdı. Bunlardan ilki Türkiye’nin 30 adet F-16 uçağı alımı için ABD’ye başvurduğu ve Kongre’nin buna onay verdiği biçimindeydi. Bu başvuru söz konusu uçaklar dışında bazı askeri malzemenin de alımını içeriyordu ve toplam maliyeti 2.5 milyar dolardı.
İkinci haber Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün bir açıklamasıydı. Bu açıklamaya göre Türkiye 100 adet Lockheed-Martin F-35 jet savaş uçağı satın alma sinyalini vermekteydi. Anlaşıldığı kadarıyla Hava Kuvvetleri seçenekler arasında 100 F-35 alımını en uygun bulmuş ve önerisini yapmıştı. Bu öneri karar dönüşecek, ondan sonra anlaşma imzalanacak. Bu durumda söz konusu uçakların Hava Kuvvetlerimize en erken 2014 yılında katılması söz konusu. Bakan Vecdi Gönül bu projenin maliyetinin 11-12 milyar dolar olacağı tahmin edildiğini söylemiş.
Üçüncü haber ise Deniz Kuvvetleri için 17 adet Sikorsky S-70B Sea Hawk helikopterinin alınmasına ilişkin. Sikorsky Havacılık Şirketi bu konuda bir anlaşma imzalandığını açıkladı. Bu helikopterler 2009 yılından itibaren Deniz Kuvvetlerine teslim edilmeye başlanacak. Bu projenin maliyetinin ise 550 milyon dolar dolaylarında olacağı tahmin ediliyor.
Acaba Askeri Gücümüzü mü Artırıyoruz?
Oldukça kısa süre içinde duyduğumuz bu haberler Türkiye’nin savunma amacıyla yaklaşık 15 milyar dolar daha harcama yapacağını gösteriyor. Kamu açıklarından, kamunun borç yükünden dertli olduğumuz bu günlerde “böyle bir harcama anlamlı mı?” sorusunun aklımıza gelmesi kadar doğal bir şey olamaz. Herşeyden önce “acaba askeri gücümüzü mü artırıyoruz?” diye sorabiliriz. Bu soru kendi içinde “ülkemize yönelik askeri tehditler mi artıyor” ile “biz çevremize tehdit oluşturur konuma mı geliyoruz?” kaygılarını içeriyor.
Bu sorunun yanıtı, ulaşabildiğim kamuya açık bilgiler ışığında, “hayır”. Türk Hava Kuvvetlerinin elinde temel savaş uçağı olarak 120 F-4 E ve 171 F-16 C ( ayrıca 42 adet iki kişilik F-16D) var. (Sayılar tam doğru olmayabilir. Yaklaşık bir fikir vermek üzere 2005 yılına ilişkin bilgi veren farklı kaynaklardan derledim) F-4E uçakları Türk Hava kuvvetlerince 1974 yılında kullanılmaya başlamış. 2000 yılında bunların 50 tanesi yenileştirilmiş. F-16 C ise, 1987 yılından itibaren Türk Hava Kuvvetlerine katılmaya başlamış. Şu anda F-4E’ler yaklaşık ortalama 23, F-16C’ler ise 12yıldır Türk Hava Kuvvetlerinde hizmet vermiş durumdalar. 2010lu yıllarda, bu alandaki muazzam teknolojik gelişmeyi ihmal etsek bile, bu uçakların önemli bir kısmının işlevsel ömürleri dolmuş olacak. O halde bu 2010larda Türkiye’nin bugünkü güvenlik düzeyini sağlayabilmek için yeni uçak temini gerekecek. Yeni alınması planlanan 30 F-16 uçağı ise, bu uçakların göreve başladıkları günden bu yana, kaza gibi nedenlerden hizmet dışı kalanların yerine konulacak.
S-70B helikopterlerine gelince: Türk Deniz Kuvvetlerinde halen bu helikopterlerden 7 tane var. Ancak Türk Deniz Kuvvetlerinin helikopter gereksinimi bu sayının üstünde. Bu gereksinim 15 AB-204B/AS ve AB-212AS/EW tipi eski helikopterleri ile karşılanıyor. Bunların Türk Deniz Kuvvetlerinde hizmet verdikleri süre de ortalama 23 yıl dolaylarında. Büyük bir olasılıkla yararlı ömürlerini ya doldurdular ya da yakında dolduracaklar.
Uçak Almanın Maliyeti
Akla gelen ikinci soru ise bu uçak alımlarının maliyetinin yüksekliği ile ilgili. Acaba bu harcamaları yapmaya değer mi? Bu soruya yanıt ararken önce bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekir. Her ne kadar uluslararası kabul görmüş kurallara göre hazırlanan istatistiklerde bu tür alımlar (uçak, savaş gemisi, tank) tüketim harcaması olarak geçerse de bu iktisadi açıdan doğru değildir. Aslında bunlar, savunma adını verdiğimiz kamusal malın üretiminde kullanılan sermaye mallarıdır. Bunlar, yukarıdaki örneklerden de görüleceği üzere uzun yıllar hizmet verirler. Bu nedenle, bu uçaklar için yapılan harcamaları, bu uçakların benzin masrafı gibi bir yılın savunma hizmetinin maliyeti gibi görmememiz gerekir. Bir yıla düşen bu uçakların amortismanıdır. Geriye “bu parayı nasıl ödeyeceğiz?” sorusu kalıyor. Bunun yanıtını verebilmek için satıcılar ile yapılan/yapılacak bağıtların içerdiği koşulların neler olduğunun bilinmesi gerekiyor. Bu tür bağıtlar genelde uzun vadelidir. Yurt dışından kredi kullanımını ve netleştirme (offset) anlaşmaları denilen, bu uçakların alımı karşılığında bazı ürünlerin Türkiye’de yapılması yoluyla kazanç olanakları sağlanmasını içerirler.
Tabii bütün bunların varlığı bu savunma adlı kamusal malın üretiminde kullanılan uçak ve benzeri girdilerin çok pahalı olduğu ve üstelik giderek de pahalılaştığı gerçeğini göz ardı edebileceğimiz anlamına gelmez. Bu nedenle kamu oyunun bu tür projelerden haberdar olması ve konunun ciddi bir biçimde tartışılmasında büyük yarar vardır. Buradaki “ve” bağlacının altını çizmek isterim. “Saydamlık” ancak “ciddiyet” ile birlikte anlam kazanır. Bilgiler kamu oyuna sunulduğunda “ulusal savunma için kaynak sınırı yoktur” ya da “savunmaya kaynak ayırmak israftır” gibi, aslında konuyu görüşmeyi red etmek anlamına gelen karşılıklar alınırsa, amaç gerçekleşmez.
Kemancı ve Askeri Pilot
İyi bir kemancıyı, güvenli bir ortamda huzur içinde dinlerken takdir edip, onun bir Stradivarius keman sahibi olabilmesi için katkıda bulunmayı düşünebiliriz. Ama kemancıyı dinlediğimiz güvenli ortamı “doğal durum” olarak düşündüğümüz için, onun sağlanmasının maliyeti pek aklımıza gelmez. Bu nedenle askeri pilotun işi, bir anlamda, kemancıdan daha zordur. Onun, bizleri güvensizlik batağına itmeksizin, gereksinimini anlatabilmesi ve, bir kısmı anlamsız da olsa, sorularımızı yanıtlayabilmesi gerekir. Neden mi? Kamusal mallar kuramının kurucusu sayılabilecek olan İsveçli iktisatçı Erik Lindahl’ın, 1919’da yazdığı önemli makalesinde, toplumu oluşturan bireylerin kamusal malların finansmanına onlardan bekledikleri yarar ölçüsünde katkıda bulunmayı kabul edeceklerini göstermiş olduğu için....