30 Temmuz 2006Birgün GazetesiHamza Aktan
İsrail'in Lübnan'da başlattığı savaşın 19. günündeyiz. Neredeyse tüm Beyrut'un yıkımına, yüzlerce insanın ölümüne, on binlercesinin yerinden olmasına yol açan saldırılara dur diyen bir güç hâlâ yok. Amerika Birleşik Deuletleri'nin açık oluruyla hareket eden İsrail, Lübnan'ı sivil, asker, BM gözlemcisi, hastane, askeri bina veya Hizbullah kampı ayırt etmeksizin günlerdir vuruyor.
Yalnızca Ortadoğu'yu değil, tüm yerküreyi sıcağı sıcağına takip edip yorumlayan Açık Radyo'nun yayın yönetmeni Ömer Madra, sorularımıza elindeki notlan ve önemli medya merkezlerinin metinlerinden derlediği alıntılarla yanıtlar veriyor. madra, Ortadoğu'da şu anda yaşananları anlatmaya, yorumlamaya çalışırken sık sık tıkanıyor, "hakikaten sözün bittiği yerdeyiz" vurguları yapıyor.
» İsrail'in Lübnan saldırısıyla, diplomatik literatürde "orantısız güç kullanımı" kavramını daha sık duyar olduk. Bu söylemin alt metni nedir?
Uluslararası hukuk, uluslararası barış ve ada-let-güvenlik sisteminin başından itibaren sorgulanabileceği, bütün limitlerin patladıldığı bir noktadayız. Cenevre Sözleşmeleri de dahil, BM'nin kurucu antlaşması -ki barış ve güvenliği sağlıyor- gibi tüm kapsayıcı metinlerin ayakların altına alındığı bir hukuk dışı düzenden bahsediyoruz. Onun için artık orantılı mı, orantısız mı gibi çok daha detay ve sofistike şeyleri konuşmanın hali kalmadı.
Kızılhaç'ın cankurtaranlarının üzerinde kocaman bir haç koyuyorlar ki; muharip taraflardan kimse vurmasın. İnsanlık adına sağlık görevi yerine getirebilmek için oradalar. Ama bunu bile bile üstüne bilerek füze atıldığı zaman pek hukuktan bahsedecek durumumuz kalmaz. BM'nin de, uluslararası hukuk kurallarının, Nürnberg Mahkemeleri'nin de, Tokyo Mahkemeleri'nin de cart diye yırtılıp atıldığı bir dönemden geçiyoruz. Ve bu herkes adına çok endişe verici.
» Bu durumda İsrail, ABD veya muadili bir gücün bu uluslararası ilkeleri, metinleri kaale almalarını sağlayacak bir güç-mekanizma da yok. Yeniden diriltilmesi mümkün görünüyor mu?
Normal şartlarda bu bahsettiğiniz mekanizma, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'dir. Fakat bizzat BM'nin silahsız gözlemcileri İsrail'i ıo kez uyarmalarına rağmen ateş edilip yok edili-yorlarsa burada artık BM'nin de yapabileceği fazla bir şey yok demektir. Şu konuşmayı yaptığımız anda BM, dört silahsız elemanının öldürülmesini kınayan bir raporu ABD onaylamadığı için alamıyor. Bu durumda BM gibi bir kuruluşu nasıl çalıştırmayı düşünebilirsiniz! Bütün dünya devletleri hükümetlerinin oturup seyrettiği bir kepazelikle karşı karşıyayız. Sözün bittiği yerdeyiz yani. Ya oturup çok şey konuşabiliriz bu konuda ya da artık "lanet olsun, her şey bitti" diyebiliriz. Ve galiba ikincisine doğru gidiyoruz.
İSVİÇRE VE TÜRKİYE İSTİSNA» Bu karamsar ortamda herhangi bir ışık yok mu peki?
İsviçre hükümetini kimi zaman beğenmeyiz, riyakarlıkla suçlarız ama bu sefer çok onurlu bir istisna olduğunu belirtebiliriz. İsviçre hükümeti daha başından beri böyle bir şeyin kabul edilemeyeceğini söyledi. İsviçre, Kızılhaç'ın da merkezinin bulunduğu ve tarafsızlığıyla ünlü bir ülke. Belki de o geleneğe bağlı olarak İsrail'i kınadı. Bir de kısmi olarak Türkiye'yi söyleyebiliriz. Başbakan, yapılanın devlet terörü olduğunu söyledi. Bunun zaten başka bir kelimesi yok; uluslararası bir hayduttan söz ediyoruz.
» Türkiye'nin şu son dönemki dış politikasında AKP'nin yarattığı bir özgünlük var mı dersiniz?
Bunu yanıtlamak çok zor. Ama Türkiye, özellikle Irak işgalinde kendi topraklarını kullandırt-mama kararı veren çok özgün bir parlamento kararına da imza atmış bir ülke olarak farklı bir noktayı halen sürdürüyor. Üstelik hükümete rağmen verilmiş bir reddi o. Hükümetin İslami bir renginin olmasının etkisi de yadsınamaz tabii. Fakat genel olarak dünyadaki tutum, hükümetleri bırakın halklarda da böyle. Eğer çok yoğun bir medya propagandasıyla karşı karşıya değilseniz uluslararası alanda herkeste böyle algı var. Bu bir Müslüman olmak-olmamak meselesi değil. Görebilen herkesin böylesi bir zorbaca tavra gerek hükümet düzeyinde gerekse de bireysel-halk düzeyinde tepki göstermesi lazım. Çünkü söylenenlerin doğru olmadığını yeryüzünde herkes biliyor.
AKIL ALMAZ BİR KÜSTAHLIK» Ama İsrail çok rahat biçimde kendini tehdit altında ve neredeyse mağdur gibi gösterebiliyor...
Evet, akıl almaz bir küstahlık düzeyine erişmiş durumda bu. Aslında insanı çılgına çevirmesi gereken nokta o. Mesela İsrail, BM'nin silahsız elemanlarının ölümüne dair uyarısı karşısında şoka girdiğini söylüyor. Kofi Annan'a "daha soruşturma yapılıyor, bilmiyoruz, nasıl böyle konuşursun" diyor. George Orwell'in 1984'ü hiç bu kadar gündemde olmamıştı. Bilirsiniz, romanın başkahramanı Winston, gerçekliği yeniden üretme bakanlığında çalışır. Winston'in görevi, dün olanı bugün yeniden yazmak ve hafıza deliğinden atmak. Çalıştığı bakanlığın kapısında da yazan üç slogandan bir tanesi; "Savaş barıştır". İsrail, bunu yapıyor, üste çıkıyor ve hiç kimse bu yaptığında bir tuhaflık da algılamıyor. BBC gibi bir yayın organında bile bir yorumcu çıkıyor, "İsraillilerin hayatları değerlidir, Gazzelilerin, Filistinlilerin ise o kadar değerli değildir" diye konuşabiliyor. Buna da kimse bir şey diyemiyor. Konuşmacının kendisi de bir Yahudi.
» Manzara genel olarak böyle de; İsrail -veya ABD- nihai kertede ne amaçlıyor? Ya da İsrail bunu daha ne kadar sürdürebilir, sürdürecek?
Hem Amerika hem İsrail bunu stratejik bir oyun olarak görüyor. Hizbullah, Hamas, Suriye ve İran'dan oluşan yeni bir eksen çiziliyor. Zaten Condeleezza Rice da "yeni bir Ortadoğu kuracağız ve biz kazanacağız" diyor. İsrailli tarihçi Tanya Reinhardt, İsrail'in Atatürk'ü sayılabilecek Ben Gurion'un İsrail'i "doğal" sınırlarına kavuşturma özleminden bahseder. Bu da, bir tarafta Golan Tepeleri, öbür tarafta Litani Irmağı'dır. Yani Lübnan'dan bahsediyoruz. Bunun da mümkün olabilmesi için etnik temizlik yapılması gerekiyor. Güney'in boşaltılması, oraya da İsrail ve ABD'ye sadık bir yönetimin gelmesi gerek vs. "Ariel Şaron'un da istediği buydu. Şimdi de aslında uygulamak istedikleri bu" diyor Rein-hardt. Ben Tanya Reinhardt'ın bu analizine tamamen katılıyorum.
» Mete Çubukçu, İsrail vatandaşlarının da tahammüllerini koruyamayıp İsrail'i protesto edebileceklerini yazdı. Bu mümkün mü?
Her zaman mümkün böyle bir şey. Fakat şu anda olağanüstü bir propaganda var. Lübnan'da olup bitenler korkunç düzeyde.
Ama bu görüntüler, bombalanan süt fabrikaları, Beyrut'ta oluşan kocaman kraterler, öldürülmüş insan görüntüleri İsrail basınında yer almıyor. Amerikan basınında ise hiç yer almıyor. Böylesi bir olağanüstü propaganda olunca İsrailliler de hâlâ "bizi ortadan kaldıracaklar" mitosuyla yaşıyor.
Barış kazanacak ama görebilecek miyiz?» Amerika ve İsrail'in dezenformasyon çabası dünya kamuoyunda nasıl yankı buluyor?
Arap ülkelerinde ve Türkiye'de bile bir kişi dahi inanmıyor. Condeleezza Rice'a Allah aşkına, ister solcu, ister sağcı vs olun, tek bir kişi bile inanabilir mi!
» Dünya ölçeğinde yeni bir barış hareketi var mı? Ya da varolan barış hareketi ne durumda?
Ben buna hep şöyle bakıyorum; insan hakları, barış, adalet kültürü uzun yıllar süren bir mücadelenin sonunda oluşur. Şu an konuştuğumuz hangi hak olursa olsun, barış da dahil olmak üzere yıllarca, on yıllarca süren mücadelelerden sonra oluşmuştur. Onun için bundan 'kültür' diye bahsediyorum. Fakat bugünden baktığımızda çok zorlu bir mücadeleden söz ediyoruz.
Sizin sorduğunuz bu soruyu ben de radyoda Noam Chomsky'ye yöneltmiştim. O, bütün analizlerini yaptıktan sonra; "barıştan yana olanlar yüzde yüz kazanacaktır" demişti. Ama buna vaktimiz olur mu, emin değilim doğrusu... Bir yandan küresel ısınma, bir yandan da her an bu çılgınlar bir atom saldırısı da düzenleyebilir. Bu hiç de yabana atılacak bir şey değil.
» Türkiye'den bir kesim, İsrail'in yaptığı karşısında heyecanlanıp kendine yol açıldığını düşündü. Türkiye'nin "İsrail gibi yapma" imkânı; var mı? Ya da İsrail, Türkiye gibi bu tür sorunlarda aklına ilkin askeri yöntemleri getiren ülkeler için bir rol model haline gelebilir mi?
Bence hayır. Artık dünyanın önemli bir kesimi bu tür gerekçelere ve yayınlara inanmıyor. Hele bizim gibi feleğin çemberinden epey bir geçmiş ülkede herhangi bir vatandaşın yiyeceği şeyler değil bunlar.
Dolayısıyla medya her zaman provokatif şeyler yapacaktır, belki diğer ülkelerde bizimki kadar kaba saba yapılmıyor ama "keşke İsrail gibi yapsak" sözü bu topraklarda geçerli olmaz.
»Söyleşiden notlar»israil'in ünlü tarihçilerinden İlan Pappe'nin çok önemli bir yazısı çıktı. Başı belaya girmiş imparatorluğu, yani ABD'yi beladan kurtaracak yedek gücün de (İsrail'in) harekete geçme zamanının geldiğini yazıyor.
»İsrail'in Adalet Bakanı Maim Ramon Güvenlik Kabinesi toplantısında, şunu söylüyor: "Güney Lübnan'daki herkes teröristtir ve Hizbullah'la bağlantılıdır. Bizim Hizbullah'a karşı en büyük avantajımız ise ateş gücümüzdür. Yüz yüze çatışmalar değil." 2. Dünya Savaşından beri insanlık olarak edindiğimiz kazanımlar her neyse, hepsinin geri alınması anlamına gelebilecek sözler bunlar. Bunları söyleyen birinin -Adalet bakanlığı adına hem de- holocaustu yaratan Nazi'lerden hiçbir farkını göremezsiniz. Bütün bunlar da ABD'nin desteğiyle oluyor.
» Beyrut yanıyor, Güney Lübnan tamamen ayaklar altına alınmış vaziyette. 10 katlı bir binanın yerinde bir atıştan sonra birkaç kat derinliğinde kraterler bırakacak bombalar kullanılıyor. Ayrıca çeşitli iddialara gore insanlık suçu, savaş suçu teşkil edecek kimyasal bombalar kullanılıyor. Buna karşın dünya ülkelerinin kurtardığı, yalnızca kendi pasaportlarını taşıyan batılı beyazlar oluyor. Ortadoğu'nun Paris'i denen, daha iki hafta önce yeniden inşa edilmiş Beyrut'sa ölüme bırakılıyor.
Tania Rainhard diye çok önemsediğim İsrailli bir siyaset profesörünün harika bir yazısı çıktı. Rainhard diyor ki: "ABD şöyle bir propaganda yürütüyor: "İsrail'in kendini savunma hakkı vardır". Böyle olunca İsrail ve ABD, herhangi bir uluslararası hukuk ve barışı düzeni sağlayacak bir sisteme de karşı çıkıyorlar. Buna karşılık da o korkunç kraterleri açacak olan bombaları İngiliz hükümetinin bile haberi olmadan İskoçya'daki havaalanlarından geçirip alelacele İsrail'e veriyor. Uranyumla sertleştirilmiş bombalar bunlar. Artık oralardan bize de ne ölçüde radyasyon gelir belli değil.
Hizbullah'ın bir terör örgütü olduğuna dair elimizde bir örnek, veri yok. Noam Chomsky yeni kitabında şöyle bir örnek veriyor: Hizbullah, geçen yıl Haziran'da Güney'deki seçimlerde çok büyük oylar aldı. İsrail'in 22 yıllık işgalinden doğmuş bir şey bu örgüt. ABD buna karşı Temsilciler Meclisi'nden bir karar çıkarıyor. Karar, Hizbullah'ın terörist olduğuna dair. AB'ye de bunu tanıması için baskı yapıyorlar, PKK gibi. ABD'nin en önemli Ortadoğu uzmanlarından Stewen Zoones da bunun üzerine diyor ki; "AB yetkilileri, Mizbullah'ın son on yıldaki faaliyetlerine dair Amerikan Temsilciler Meclisi Bürolarına gidiyorlar; 'bize bu delilleri de verin ki yazalım' diyorlar. Fakat bir tanesine bile cevap veremiyorlar."
İsrailli gazeteci Uri Avnery, bu saldırının Arap halkları arasında tarihe parlak bir zafer olarak geçececini söylüyor. Çünkü diyor; "bir tüy sıklet ile ağır sıklet boks şampiyonasındaysa ve tüy sıklet 15 raund dayanmışsa, sonuç ne olursa olsun bu kendi başına bir zaferdir."