Geçen yıl biterken yeryüzünün eksenini kaydıran, biz insanların zaman ölçülerini hafifçe değiştiren bir deprem oldu. Depremin yarattığı dev dalgaların etkisiyle on iki ayrı ülkede çeyrek milyona yakın insan öldü ve ölenlerin üçte birinden fazlasının çocuk olduğu hesaplandı. Kaybolanların, öksüz ve yetim kalan çocukların, hayatlarını sürdürme kaynaklarını yitiren erişkinlerin sayısının hesaplanması ise sürüyor, ama yıkımın tam bir bilançosu muhtemelen hiçbir zaman tam olarak çıkarılamayacak...
Yeryüzünün en güçlü ülkesi olan ABD'nin yöneticilerinden Bayan Rice, özellikle Irak'ın istilâsındaki başarılarından dolayı "terfian" getirildiği Dışişleri Bakanlığı mevkiinin Kongre'deki onaylanması sırasında tarihte benzeri pek görülmemiş bir konuşma yaptı. Tarihte benzeri pek görülmemiş bu deprem ve Tsunami felaketinin, kendi ülkesinin gönlü yüceliğini ve cömertliğini göstermek için "harika bir fırsat" olduğunu söyledi. Ayrıca, ABD'nin insani yardımlarını bir yatırım enstrümanı olarak değerlendirdi ve piyasaların çok kullandığı bir terimi kullanarak, bu felaketin kendi ülkesi için getireceği "kâr payının yüksek" olduğunu da sözlerine ekledi.
Gazeteler ve televizyonlar bu sözleri bir "gaf" olarak nitelendirdi. Ama, acaba öyle miydi? Öyle olsaydı, Bayan Rice bunu bir şekilde düzeltirdi hemen. Oysa, hiç de böyle birşey yapmadı – ne hemen, ne de daha sonra. Ayrıca, yeni üstlendiği diplomasi sanatında kendisinin ne kadar mahir olduğunu bilmiyoruz henüz, ama iş âleminin can damarını oluşturan "kâr payı" gibi kavramlar konusunda bir gaf yapmayacak kadar usta olduğunu gözeten çok kanıt var elimizde: Kendisi uzun yıllar dünyanın en büyük petrol şirketlerinden birinde yönetim kurulu üyeliği yapmış ve buradaki başarılarından dolayı şirketin bir süper tankerine onun adı verilmişti. (2001'de, petrolle Amerikan politikası arasında doğrudan ilişki kurulur kaygısıyla olsa gerek, Chevron Texaco şirketi, tankerinin adını sessiz sedasız değiştiriverdi, ama bu Bayan Rice'ın süper başarılı bir iş kadını olduğu gerçeğini değiştirmezdi tabii.)
Yeni kabinenin tek siyahi üyesi Condoleeza Rice Hanım, gaf yapmıyor, dünyaya nasıl bakıyorsa açık açık söylüyordu Kongre üyelerine. Tıpkı, yeni kabinenin tek Latin kökenli üyesi olan Gonzales'in yorumları gibi. Beyaz Saray danışmanıyken, Guantanamo cehennemindeki işkencelerin hukuk dışı sayılmayacağı yolunda fetva verdiği için olsa gerek, terfian Adalet Bakanlığı'na getirilen Alberto Gonzales'in sözleri de gaf değildi: ABD ülkesinin hukuktan sorumlu en yüksek siyasetçisi olan bu genç ve atılgan adam, uluslararası Cenevre Sözleşmeleri'nin ABD Başkanı'nı bağlamayacağını belirterek tarihte pek benzeri görülmemiş bir "hukuki yorum" getirmesiyle ün kazanmış durumda. Gaf yapmış olsa, bu sözleri yalanlar, bir şekilde düzeltirdi. Oysa böyle bir şeyi düşünmedi bile. Ayrıca, hukuk konusunda ne kadar başarılı çalışmaları olduğunu gösteren tonla kanıt var elimizde. Bush Teksas Valisi iken, Gonzales onun baş hukuk danışmanıydı. Bush 6 yıllık valiliğinde ABD tarihinin idam onaylama rekorunu kırarken, danışmanı da ona özel 57 idam muhtırası hazırlamış ve davalarda ortaya çıkan yeni kanıtları ya da hafifletici sebepleri bildirme görevini sistematik şekilde "ihmal etmiş"ti. (Bush'un en az iki zihin özürlü sanığın idamına onay verdiği biliniyor; ama bu durum, yeni Adalet Bakanı'nın süper bir hukukçu olduğu gerçeğini değiştirmez elbette.)
Genç Bakan, gaf falan yapmıyor, ABD'yi dünya hukuk sisteminin dışında tutan emperyal dünya görüşünü dünyaya bildiriyor.
Bu genç bakanların başındaki George Bush, imparatorların taç giyme törenlerine benzetilen ve tarihin en pahalı töreni olarak kayıtlara geçen yemin töreni ile ikinci Başkanlık dönemine resmen başlarken şöyle dedi:
"Özgürlüğü savunmak için yıldızların ötesinden çağrı aldık"
Nice zamandır, Başkan'ın bir fantezi dünyasında yaşadığı, gerçekliği sürekli yadsıdığı söyleniyor kimi gazetelerde ve televizyonlarda. Oysa, Başkan bunları söylerken, fantezi dünyasında gezmiyor. Tıpkı Cheney, Rumsfeld, Wolfowitz ve biraz önce atıf yaptığımız danışmanlıktan bakanlığa terfi ettirdiği kişiler gibi, O da her zaman, neredeyse dürüstlüğe varan büyük bir açıklıkla dile getiriyor işte dünya görüşünü: "Güçlüyüm, haklıyım" diyor. "Demokrasiyi de gerekirse silah zoruyla getiririm."
Giriştikleri saldırı savaşıyla Nürnberg Mahkemeleri'nde tespit edilmiş en yüksek uluslararası suçu işleyen, Irak'ta en az yüz bin sivil insanı katleden, Felluce şehrini neredeyse haritadan silip sakinlerini bir tsunami gibi ülkenin dörtbir yanına savuran, sonra da "özelleştirilmiş" ülkenin dünya ile bağlantısını keserek, sandık yerlerini ve adayların adlarını gizli, uluslararası gözlemcileri de ülke dışı tutarak, yeryüzü tarihinin belki de en kanlı ve garip olayını seçim adı altında düzenleyen, savaş ağalarının pençesine teslim ettiği Afganistan'ı dünyanın en büyük eroin imalathanesine dönüştüren, pek çok diktatörlükte özel işkencehane ve hapishaneler kurma planlarıyla jandarmalığının üstüne bir de dünya gardiyanlığını üstlenen, dünyayı belki de tarihi boyunca görülmüş en tehlikeli durumuna sokan, sonra da timsah derisinden çizmeleriyle, şatafatlı partilerde tepinircesine danseden bir neo-liberal emperyal yönetimin başkanından ve onun adamlarından söz ediyoruz.
Bazı gazete ve televizyonlar, ABD'deki "büyük bölünme"den sözediyor. Ama, bu doğru değil. Bölünme, bütün araştırmaların gösterdiği gibi, ABD yönetimi ile dünyanın geri kalanında yaşayan vatandaşlar arasında.
Biz, nâçiz dünya vatandaşları olarak, yıldız falına ya da astral seyahate gerek kalmadan şunu söyleyelim: Bu yönetimin başı ve bu korkunç suçların sorumluları, çok uzak olmayan bir gelecekte, bizzat Amerikan halkının önü alınmaz talebiyle azledilecekler...
ABD'nin eski Adalet Bakanlarından Ramsey Clark'ın, tam da Bush'un "yıldızlardan gelen çağrı"dan bahsettiği sırada, gene Washington meydanlarında, onbinlerce savaş karşıtı aktivist önünde söylediği şey aslında:
"Güç halktadır. Her zaman onda olmuştur. Mesele, halkın bu gücünü kullanma iradesine sahip olup olmadığında. Amerikan halkının önündeki temel meydan okuma, halkın Anayasasına sahip çıkması ve bu suçların faillerinin azledilmesidir." (Democracynow.org, 21 Ocak, 2005)
Çünkü, basit. ABD'nin eski bir Beyaz Saray ekonomi danışmanının dediği gibi: "Bir şey sonsuza kadar gidemezse, gitmeyecek demektir." Ya da, Amerika'dan buralara gelelim ve bizim diyarlardan dikbaşlı bir şairin, Ziya Paşa'nın ünlü dizesiyle söylelim isterseniz:
"Zira bu terazi, bu sıkleti çekmez."
Devamı haftaya...