Hayal Tacirleri'nde Arap Baharı'nı Konuştuk

-
Aa
+
a
a
a

Suriye’deki Esad rejimine muhalif hareketin öncü isimleri Omar Shawaf ve Ammar Qurabi, bu hafta hayal Tacirleri’ne konuk oldular. Muhalif hareketin hedeflerini, Suriye’de son dönemde yaşananları ve Türkiye-Suriye ilişkilerini konuştuk.

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 29 Mb.

15 Aralık 2011 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.

***

Hayal Tacirleri: Suriye’de son dönemde yaşananları, geçmişiyle ve bugünüyle nasıl özetleyebiliriz?

 

Omar Shawaf (Suriye Ulusal Konseyi Üyesi): Arap Baharı, 2011 yılının başlamasıyla birlikte, Tunus’tan Mısır’a, Yemen’den Libya’ya kadar geniş bir coğrafyayı etkilemiş; aynı süreçte Suriye’de de başlamıştır. Süreç, yılların birikiminin sonucu oluşmuştur. Halk, özlediği özgürlüğün, onurlu yaşamın peşine düşmüştür sokaklarda.

 

Suriye’yi takip etmeyenler için hatırlatmak istiyorum. Süreç, bir takım reformlara ve daha düzgün bir yaşam getirecek yeni yasalar ve değişimlere yönelik taleplerle başlamıştır. Ancak, bu masum halkın istekleri, rejim tarafından ateşle ve ölümle karşılandığından dolayı, daha farklı bir ayaklanma ve bir devrim niteliğini kazanmıştır. Bu devrim alevlendikçe, bu devrim daha hızlandıkça, karşısındaki rejimin tepkisi daha sert olmuştur. Maalesef özgürlük isteyen insanlar sokağa döküldüğü zaman, reform isteyen insanlar sokağa döküldüğü zaman; ateşle, kurşunla, tankla, tüfekle karşılaşmıştır. Henüz, dünyadan ciddi bir tepki oluşmamıştır Suriye’de yaşananlara. Ciddi bir tepki oluşmasını bekliyoruz. Bir an evvel oradaki yaşanan zulüm, oradaki şiddet durmalı; yoksa bunun farklı yansımaları olacak ve bütün bölgede bölgesel barışı tehdit edebilecektir.

 

Şiddet olayları

 

Hama’daki yaşananlar çok eskiye dayanıyor, 1982’de yaşanan katliamı hatırlatmak istiyorum. Orada 35 bin kişi hayatını vermişti ve maalesef ve o ortamda, o dönemde dünyada yaşanan kopukluk; soğuk savaşın doğurduğu dengeler; o rejime o zamanki kılıfını vermiştir. Ancak dünya değişmiştir, enformasyon ortamı değişmiştir. Bilgi ve haber dolaşımı daha hızlanmıştır. Şu anda öyle şeylerin yaşanması söz konusu değildir diyorduk; ama maalesef tekrar yaşandı. Dün akşam, haberleri aldık Suriye’den tekrar tankları yerleştirmişler tepelere ve gelişi güzel şehir dövülüyor. İnsanlar tekrar ölümle karşı karşıya geliyor.

 

Hayal Tacirleri: Suriye’deki muhalif hareketin temel öncelikleri ve hedefleri nelerdir?

 

Dr. Ammar Qurabi (Suriye İnsan Hakları Milli Komitesi Başkanı): Devrimin başlangıcında; insanlar sadece özgürlük ve reform talebiyle sokaklara çıkmıştı. Rahatsız edici şekilde kanların akması ve ölümlerin artmasıyla birlikte, insanların rejimi düşürmekten daha düşük bir sonuç kabul etmeleri artık imkânsızdır.

 

Özetle, şu andaki hedefleri şöyle sıralayabiliriz: bu rejimin başındaki Beşar Esad’ın çekilmesi ve rejimin tamamen yıkılması; tek parti yönetiminin ortadan kaldırılması şart haline gelmiştir. Bütün suçluların gerekli mahkemelere gönderilmesi ve demokrasi ve adalet üzerine kurulacak bir devletin yeniden kurulması.

 

Başarı ne zaman gelecek?

 

Zamanı tespit etmek imkânsız şu anda ama bütün muhalefet kanatları elbirliğiyle bu süreyi kısaltmak ve maliyeti mümkün olduğu kadar düşürmek için çalışıyor. Kesin emin olduğum şey; bu rejimin bugün veya yarın yıkılacak olduğudur. Maalesef, bugüne kadar halkın sokaklarda öldürülmesi ve eziyet görmesi ciddi bir tepkiyle karşılanmamıştır. Özellikle Arap ülkeleri, gereken tepkiyi göstermemiştir. Türkiye de çok yavaş bir tepki göstermiştir ve yeteri kadar tavır koymamıştır. Maalesef bu konuda uluslararası örgütler yeterince tepki göstermemiştir; yavaş kalmıştır. Bu çok ciddi maliyetler doğurmuştur. İnanıyorum ki, en kısa sürede güvenli bir bölge veya tampon bölgenin oluşturulması ve uçuş yasağının uygulanması bu trajedinin bir an evvel bitmesine yardımcı olacaktır.

 

Hayal Tacirleri: Suriye’nin bu süreçte diğer devletlerle ilişkileri nasıl gelişiyor?

 

Omar Shawaf: Suriye’deki rejim kurulduğundan beri, yaklaşık kırk yıldır, çok pragmatist bir sistem uygulamıştır. Dostu olarak söyleyebileceğimiz iki ülke yanında hala durmaktadır-Arap ülkelerinden bahsediyorum- biri; düşmüş Ali Abdullah Salih’in yönetimindeki Yemen ve Lübnan’da Hizbullah güdümünde olan iktidar. İran’la çok farklı stratejik bir bağları vardır, o da ortak bir siyaset güttükleri için ve ortak bir düşünce ve sistem uyguladıkları için. Diğer Arap ülkeleri ise, bu rejimden çok büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Bu ülkelerin, ciddi tavır gösterememesini anlıyorum; çünkü bölgedeki birçok ülke şu anda çok fazla demokrat, ilerici bir adalet sistemine sahip değiller. Dolayısıyla, biz fazla bir şey beklemiyorduk, ama insani yönünden bakıyoruz olaylara. Sonuçta, Suriye’de ölen insanlar, sokakta ölen insanlar, eziyet ve işkence gören insanlar var. Bölge ülkelerinde yaşayan insanların aralarında bir akrabalık bağı, bir tarih bağı vardır. Bu ülkelerdeki iktidarlar, halkın baskısıyla, kamuoyu baskısıyla bir tepki gösteriyorlar; ancak tepkiler gereken düzeye ulaşmamıştır.

 

Halen maalesef Arap Ligi’nin yaptırımlarından bahsediliyor. Yaptırımlar tarih boyunca ektin olmuş olsaydı, Kaddafi 2011 yılına kadar iktidarda kalmazdı, çünkü biliyorsunuz kaç yıl boyunca yaptırımlara maruz kaldı. Kaddafi’yi bırakalım, Saddam Hüseyin iktidarı Irak’ta 2003 yılına kadar kalamazdı. 1991 yılından 2003’e kadar yaptırımlarla karşı karşıya olan bir yönetim, yaptırımlar sonucunda iktidarı kaybetmemiştir. Dolayısıyla, tepki yetersiz.

 

Sivillerin korunmasına yönelik ciddi bir mekanizma oluşmazsa sorunlar büyüyecektir ki, benim görüşüm Arap ülkelerinin veya komşu ülkelerin böyle bir mekanizmaya sahip olmadıkları yönündedir. Dolayısıyla bu konunun uluslararası arenaya taşınması, BM Güvenlik Konseyi tarafından ciddi kararların alınması, kararların akabinde de hızlı bir şekilde eyleme geçilmesi gerekiyor. Mevcut yönetime verilen süreler, yapılan protokoller vs, yönetime zaman kazandırmaktan başka bir işe yaramıyor.

 

Bu rejimin şu anda çıkışı yoktur ve zamana oynuyor – başka hiçbir şey yapamıyor. Bu zaman maalesef bize pahalıya patlıyor. Verilen bu süreler daha fazla ölüme, daha fazla acıya ve daha fazla insanın sürgüne gönderilmesine neden oluyor. Bana göre uluslararası toplumun bir an evvel eyleme geçmesi gerekiyor. Eyleme geçmenin muhakkak ki bir bedeli ve karşılığı vardır. Ancak bu yönetim iktidarda daha fazla kaldığı takdirde dünyanın ve özellikle bölge ülkelerinin ödeyeceği maliyet çok daha yüksek olacaktır. Çünkü bu rejim, devrimin başlangıcından itibaren çok kirli kartlar oynamaya başladı. Etnik çatışma kartını oynamaya başladı, mezhep çatışması kartını oynamaya başladı ve bunu ikinci aşamada ihraç etmeye çalışacaktır. Üzerindeki baskılardan ve içinde olduğu darboğazdan kurtulmak için bu sorunları civar ülkelere ihraç etmeye çalışacaktır. Bu çok tehlikeli bir durum. Uluslararası toplum bunu bir an evvel görmelidir.

 

Hayal Tacirleri: Tam da bıraktığınız bu noktadan Ammar Qurabi’ye dönerek, yürüttükleri hareketin esas hedefinin uluslararası toplum tarafından tanınmak mı yoksa, uluslararası camianın desteğini almak mı olduğunu sormak istiyorum.

 

Dr. Ammar Qurabi: Aslında hedefimiz ikisi de değil. Bizim esas amacımız önümüzdeki pusulaya göre hareket etmek. Tek hedefimiz var, o da bu rejimi ortadan kaldırmak. Uluslararası kamuoyu bize bu yönde ne kadar destek olabilirse o kadar faydalı olabilir. Uluslararası toplumun bizi tanıması veya muhalefete destek olmaları araçtır. Esas hedef yönündeki araçlardır ve tek amacımız bu zalim rejimi ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla desteği bu yönde istiyoruz.

 

İzin verirseniz bu nokta üzerinde biraz durmak istiyorum.

 

Bizim Türkiye’den destek istememizin sebebi, yalnızca dost ülke veya komşu olması değil, bu rejimin devamının uzun vadede Türkiye’ye de zarar verecek olmasıdır. Türkiye, NATO üyesidir; devrimin başlangıcından itibaren binlerce mülteci Türkiye’ye sığınmıştır; Suriye askerleri tarafından sınıra yakın bölgelere ateş açılmıştır; Türkiye ordusunu hedef alan eylemler Suriye’deki rejimin desteği veya yardımıyla gerçekleşmiştir. Ayrıca, Irak ve İran ile yapılan sınır ticaretinin esas hedefi Türkiye’den gelen mallara karşılık bir rekabet ortamı oluşturulmasıdır. Su meselesi ve Kürt meselesi de düşünüldüğünde, Suriye’de yaşanan olaylar Türkiye’nin de müdahil olmasını gerektirmektedir. Türkiye’nin müdahil olması halinde, bunun meşru bir zemini vardır.

 

Uluslararası ortama baktığınızda, Suriye’nin başta İnsan Hakları Beyannamesi olmak üzere, ilgili tüm uluslararası sözleşmeleri imzaladığını görürsünüz. Ha keza, konuya ilişkin bölgesel anlaşmalara da taraftır. Bu durum, anlaşmalara uygun hareket etmesini ve anlaşmalarda adı geçen haklara saygı göstermesi gerektiği anlamına gelmektedir. Biz, Birleşmiş Milletler’den müdahale etmesini veya konuya ilişkin bir tavır almasını istediğimiz zaman, bir askeri dış müdahaleden bahsetmiyoruz. Suriye zaten bu örgütün üyesidir ve uluslararası toplumun bir parçasıdır. 2011 yılını yaşıyoruz ve binlerce insanın öldürülmesi, kaçırılması veya kanunsuz yollardan tutuklanması kabul edilemez.

 

Açık Radyo aracılığıyla Türk halkına sesleniyorum buradan: Hükümetiniz üzerinde daha fazla baskı kurmanız gerekiyor. Şu ana kadar yapılanlar güzeldi ama artık daha ciddi bir tavır takınılması ve eyleme geçilmesi için lütfen hükümetinizden talepte bulunun.

 

ABD’nin Suriye’deki gelişmelere bakışı

 

Omar Shawaf: Amerika, dünyanın en süper gücü ve en büyük ülkesi olarak şu anda özgürlük ve insan hakları savunuculuğu yapıyor; bunu tartışmak istemiyoruz ama maalesef, Amerikan politikası Suriye konusunda sınıfta kalmıştır.

 

Bugüne kadar çok çelişkili tavırlar ve söylemler atılmıştır ortaya. Bunun en büyük müsebbibi de bu rejimin İsrail ile olan bağlarıdır. Bu rejimin en fazla savunduğu konu; İsrail’e direnişin destekçisi olarak ortaya çıkması, Hamas’la olan bağları Hizbullah ile olan bağlarıdır. Bunu her ortamda pazarlamayı becermiştir maalesef ve çok sayıda insan bu konuyla ilgili farklı ve hatalı kanaat sahibi olmuştur. Ancak gerçeğe baktığımız zaman, 1973 yılından bu yana İsrail ile en geniş sınır sahibi olan Suriye’de, barış anlaşması imzalanmadığı halde İsrail’e herhangi bir direniş eylemi oluşmamıştır. Düşünün; Suriye’nin en verimli, en güzel toprakları İsrail’in işgali altında ve Suriye de güya bütün direniş örgütlerini konuşlandırıyor ama İsrail’e karşı herhangi bir hareket yapılmıyor. Dolayısıyla Suriye’de bir değişim İsraillileri ürkütüyor.

 

Gelecek yeni rejim, yeni sistem; o toprakları talep edecek ve o toprakları geri almak için uluslararası destek alabilecek. Şu anda bu rejim uluslararası platformda izole edilmiş durumda. Dolayısıyla inandırıcılığı yok ve bu dava ile uluslararası arenaya çıktığı zaman pek bir destekçi bulamıyor. Çünkü terör örgütleriyle ilişkisi olan bir rejim, karanlık güçlerle ilişkisi olan bir rejim, kaçakçılıkla ilişkisi olan bir rejim ve maalesef uygarlık beşiği olan bir ülkeyi dünyanın en karanlık yerlerinden birisi haline getirmişti bu rejim. Maalesef, İsrail’deki güçler –Amerika’daki etkinliklerini tartışmasız biliyoruz- bu yönde halen baskı yapıyor. İsrail siyasetçileri düşünemiyor ki, Suriye’de demokrat, adil bir düzen kurulduğu zaman da asla savaş çığırtkanlığı yapmayacaktır ve kimseyle bir silahlı çatışmaya girme hedefi olmayacaktır. Tek hedefi; uluslararası anlaşmalar veya BM Güvenlik Konseyi kararları zemininde barış olacaktır.

 

Çünkü akıllı insanlar, demokrat insanlar hiçbir zaman savaşı hedef haline getirmeyecektir. Dolayısıyla akıllı olan İsrailli politikacıların ve düşünürlerin, bu konuda hükümetleri ve lobileri karşısında bir tavır almaları gerekiyor. Bu rejim kaldığı sürece, herkes için tehlike oluşturmaya devam ediyor; sadece İsrail’e karşı değil. Ancak, gelecek sistem, asla hiç kimseye karşı tehdit oluşturmayacaktır.

 

Türkiye-Suriye ilişkileri

 

Dr. Ammar Qurabi: Benim öngörüm, Türkiye’nin yavaş hareket ettiğidir ve onun arkasında yatan sebep, uluslararası destek beklemesi olabilir. Türkiye’nin harekete geçmesi için yasal zemin oluşmuştur: Suriye’deki halk talepleri. Suriye’de halk sokaklara dökülmüştür ve birtakım istekleri ortaya koymuştur ve Türkiye’nin desteğini istemiştir. Suriye muhalefetinin birçok kanadı Türkiye’nin desteğine dikkat çekmiştir ve Türk desteğine sıcak bakmıştır. Muhalefetin birçok toplantısı veya kongresi Türkiye’de olmuştur; Antalya’dan, Ulusal Konsey’e kadar. Arap Ülkeleri de hakeza yeşil ışık yakmıştır diyebiliriz Arap Ligi’nin son toplantısında. İslam Ülkeleri Örgütü de Türkiye’nin rolüne yeşil ışık yakmıştır Cidde’deki toplantısında. Türkiye, NATO üyesi olmasıyla beraber uluslararası kamuoyunun bir üyesidir ve benim gördüğüm kadarıyla birçok Avrupa ülkesi (İngiltere, Fransa ve Almanya gibi), Türkiye’nin bu durumda herhangi bir rol almasına sıcak baktıklarını ifade etmişlerdir. Türkiye’nin geri kalması için, yavaş hareket etmesi için herhangi bir neden kalmamıştır. Bir an evvel harekete geçilmesini talep ediyoruz.

 

Son cümleler

 

Omar Shawaf: Bakın, zulüm üzerine kurulan hiçbir şey baki kalamaz. Bu rejim, kan, göz yaşı ve zulüm üzerine kurulmuştur. Gidici olduğuna hepimiz inanıyoruz ama bu süreci ne kadar hızlandırırsak – bu demektir ki bir an evvel ciddi bir eylem gösterilirse- ne kadar kandan tasarruf edersek; bir can bile koruyabilirsek o büyük bir zaferdir. Bu süreçte dünyaya sesleniyorum, Türkiye’ye sesleniyorum: şu anda öyle bir çağda yaşıyoruz ki insan haklarını geçtik hayvan haklarını savunuyoruz, doğanın korunmasından bahsediyoruz. Orada bir an evvel insanların canlarını ve kanlarını korumamız için harekete geçmemiz gerekiyor.