AKP, İktidar İttifakı İle Seçmen İttifakı Arasında Sıkıştı

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Türkiye'de AKP iktidarı ile hem içte hem dışta genel durum nasıl bir değişiklik var mı? Hem de 1 Mart tezkeresinin yıldönümünde, hükümet tezkeresinin meclisten geçmeyişinin ikinci yıldönümünde.

 

İlkay Sunar: Çok enteresan, Başbakanlığın Ata uçağı türbulansa girmiş, nerede tam bilemiyorum ama önemli olan türbülansa girmesi. Ondan bir iki gün önce de Hürriyet gazetesinde bir köşe yazarının "AKP türbülansa girince" diye bir yazısı vardı.

 

ÖM: Evet, metafordan geçilmiyor.

 

İS: Ama metafor gökte gerçekleşmiş, ilginç ironik bir durum. AKP çok konuşuluyor son zamanlarda, acaba bir iktidar yorgunluğu mu var, bir şaşkınlık mı var, bir yavaşlama mı var? AB işlerinin yavaşlaması bir örnek olarak gösteriliyor, büyük bir hızla 17 Aralık'a gidildi, fakat 17 Aralık'tan sonra o hız kaybedildi. Neden yavaşladı, halen müzakere grubunun ve baş müzakerecinin, -TÜSİAD'ın da önerilerine rağmen- tayin edilmemesi bir örnek gösteriliyor.

 

Diğer taraftan dış konjonktürden gidersek IMF ile olan bazı ufak tefek zorlukların yine başlamış olmasından bahsediliyor, diğer taraftan, Wall Street Journal'da yazılan yazının ardından Amerika ile olan ilişkiler, AKP acaba anti Amerikanizmi mi körüklüyor? Felluce hakkında soykırım olarak verdiği beyanat, Irak seçimlerini gayri meşru ilan etmesi, İran ve Suriye ile yakın ilişkiler kurmaya çalışması ve tam da Amerika'nın bu iki ülkeyi adeta ambargo altına almak istediği bir dönemde...

 

İçeride öğrenci affının çıkartılması ile yine bir türban meselesinin piyasaya sürüleceği konusunda kuşkular var. Dolayısıyla bir tarafta AB bir tarafta ABD, iç tarafta daha laik kesimlerin gösterdiği endişeler ve bunun üstüne üstlük de geçen hafta Turizm Bakanı Mumcu'nun istifa etmesiyle bu sefer AKP acaba çözülüyor mu diye bir tespit var hiç olmazsa bazı kesimlerde.

 

ÖM: Bütün bu sözünü ettiğin noktalardan çok da taze meseleler var, mesela "baş müzakereci hâlâ tayin edilemedi" şeklinde bir haber var, dün de BBC World'ü izlerken gördüm, Lüksemburg Başbakanı ile Abdullah Gül'ün konuşmaları sırasında hafifçe "Nerede AB, yavaşladınız mı?" sorusuna  "ne münasebet" dediği ama bu konunun tartışıldığı gibi haberler var.

 

İS: Bir yabancıdan geliyor yani, ilginç.

 

ÖM: "17 Aralık'a çok hızlı geldiniz, şimdi ne oldu?" gibi bir soru sormuş. "Katiyen böyle bir şey yoktur" demiş Gül de. Middle East Quarterly dergisinde de WSJ'den sonra bir yazı daha çıktı: Michael Rubin. O da çok sağ bir kuruluş American Price Institute'da görevli birinin yazısı.

 

İS: Orada ne diyor?

 

ÖM: Orada da, "Yeşil Sermaye ve Türkiye'de İslamcı Politika" başlıklı bir yazıda, AKP'nin mali yapısının karanlık ve kaygı verici olduğunu söylüyor.

 

İS: Dışarıdan, özellikle Suudi Arabistan'dan destek aldığını söyleyen makale değil mi?

 

ÖM: Evet. Kombassan gibi şirketlerden kaynaklandığını düşünüyorlar ama bu şirketler yıllardır ekonomiye girdi sağlamıyor, bir çok ekonomistin tahmini Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki yatırımcılar yatırımlarını Amerika'dan çektiler. Belki de bunun 7-8 milyar doları Türkiye'ye transfer edilmiş olabilir, vs.

 

İS: Şöyle bir soru da insanın aklına geliyor, iki taraftan soru sorabiliriz; AKP'de hakikaten bir değişme var mı? AB yanlısı, muhafazakâr bir partinin şaşırtıcı bir şekilde AB politikalarını takip etmesinden sonra Amerika ile, Bush'la sıcak ilişkiler, hatta Amerika'dan icazet aldığına kadar giden laflardan sonra, Amerika ile arasının açılması, içeride tekrar türban konularının gündeme gelmesi, eski bakan Mumcu'nun yerine daha milli görüşçü olduğu söylenen birinin bakan yapılması, vs. AKP'de bir değişme mi var, bir bocalama mı var sorusu bir taraftan. Bir de AKP kuşatılıyor mu?

 

ÖM: Evet böyle de bakılabilir?

 

İS: Neden şimdi birdenbire eleştiri dozajları hem bir noktada dışarıda, hem içeride artmış vaziyette. Buraya bir perspektif getirelim. Nasıl bakabiliriz? Biraz güç dengelerine bakabiliriz, siyasette bu hep işe yarar, güç dengeleri arasında ne gibi gelişmeler var, bunu izah edebilir miyiz? Bir de AKP'nin kendi niteliğine bakalım.

 

AKP esas itibariyle, başından beri, ekonomik olarak liberal, hatta neo liberal diyebileceğimiz, globalist, neoliberal politikalara ayak uydurmak isteyen ve o politikaları takip eden, fakat diğer taraftan da kültürel olarak muhafazakâr bir parti. Bir de bunun seçmen tabanı var, seçmenlerin önemli bir kısmı liberal iktisadi politikalara yatkın, hem de kültürel muhafazakâr diyebileceğimiz, kabaca söylersek "taşra kapitalizmi" diyebileceğimiz bir eğilim. Bunların bir kısmı küçük ve orta boy işletmeler, KOBİ'ler, gayet dinamik, girişimci ve neoliberal iktisadi politikalara yatkın olan, diğer taraftan kültürel olarak muhazakâr olan ama aynı zamanda TÜSİAD'ın temsil ettiği büyük sermayeyi de, küçük, orta işletmeleri temsil eden MÜSİAD'ı da seçmen ittifakı altında toplayabilen bir parti olarak bakarsak.

 

İktidar ittifakına, -"hükümet olabilirsiniz ama iktidar olamazsınız" diye bir laf vardır- baktığımızda orada AB'yi görüyoruz, onu AKP'nin bir müttefiki olarak görebiliriz bir anlamda, başta ABD'yi görüyoruz. İçeri baktığımızda da, kültürel olarak muhafazakâr olmamasına rağmen, hatta seküler olmasına rağmen demokratikleşmeyi derinleştireceğine ileri götüreceğine inanan bazı liberal demokrat çevrelerin de AKP'yi desteklediğini görüyoruz. Yani bir seçmen ittifakı var, bir de iktidar ittifakı var. Benim düşüncem; AKP bir noktada bu iktidar ittifakını tatmin edecek politikalarla seçmen ittifakını tatmin edecek politikalar arasına sıkıştı. Ekonomik liberalizmi ile kültürel muhafazakârlığı arasında sıkıştı. Bu çıkışlarını, özellikle Felluce'deki soykırım olayı, Irak'taki seçimlerin gayri meşru ilan edilmesi, vs. bir noktada iktisadi politikalarda tabanını popülist bazı politikalarla tatmin edemeyen ve sıkışan AKP'nin kültürel popülizme kayarak seçmen tabanını tatmin etmeye çalışması olarak görüyorum. Hatta bu türban meselesini açıkçası kültürel popülizmin bir parçası olarak görüyorum. Bir noktada muhafazakâr olan tabanına mesajlar verebilmesi lazım, tatmin edebilmesi lazım. Bir tarafta IMF politikaları, istikrar politikalır güdüyorsun, orada fazla popülizme, fazla ulufe dağıtmaya kayamıyorsun, diğer tarafta kültürel olarak muhafazakâr kesimleri tatmin edemiyorsun. Bir sıkışıklık var. Güç dengelerine baktığın zaman bu kültürel muhafazakârlığı, muhafazakâr bir popülizme doğru kaydırırsan orada sınırları var, laik kesimler var, ordu var. Diğer tarafta iktisadi politikalardan taviz vermeye başlarsan karşında IMF'nin istikrar koşulları, politikaları var. Dolayısıyla AKP bir ikilem içerisinde, yani tam nereye, ne tarafa gideceğini ve seçmen tabanını, seçmen ittifakını nasıl tatmin edeceğini, iktidar ittifakını nasıl tatmin edeceğini bilemiyor. Bunların arasında sıkışmış olarak görüyorum açıkcası.

 

ÖM: Bu noktada bir siyasetbilimci olarak sana bir şey sormak istiyorum; büyük bir iktidar çoğunluğu var mecliste milletvekili olarak, senelerden beri görülmemiş, belki Demokrat Parti döneminden beri görülmemiş bir çoğunluğu var. Öte yandan da muhalefet olarak, belki Demokrat Parti'nin en şaşaalı günlerindekinden bile daha zayıf bir CHP var. Buna rağmen AKP'nin bu kadar sıkışmış ve yorulmuş olmasını nasıl açıklayacağız?

 

İS: Çok önemli bir soru sordun. Zayıf muhalefet var derken, yine güçler dengesi, yelpazesini tamamlamamış oluyoruz, yalnızca meclise bakmış oluyoruz. Güçler dengesi dediğim o mönünün içinde AB de var, IMF de var, ABD de var, içeride devlet ve güvenlik merkezli kesimler var, laik kesimler var, seküler kesimler var; dolayısıyla baktığın zaman, AKP hükümet olmuş olabilir ama iktidar olma başka bir mesele. Onun için seçim tabanı, seçim ittifakı, gidip seçimde ona oy veren insanlar, evet, AKP'nin bir gücünün parçası, evet, meclisteki 300 bilmem kaç sandalyesi o gücün bir parçası ama iş orada bitmiyor ki. İktidar olabilmek için diğer güçlerle de şu veya bu şekilde alışverişte bulunman lazım, şu veya bu şekilde onlarla belirli uzlaşmaya girebiliyorsun veya çatışmaya girebiliyorsun. Bu iktidar tablosuna baktığımızda farklı bir tablo görüyoruz, AKP tek parti olarak mecliste hakim olabilir ama iktidar olarak bir hegemonik bir güç haline gelmiş kesinlikle diyemeyiz. Sıkışıklık orada.

 

ÖM: Bunu az önce söylerken bazı konuları da aklımdan geçirmiyor değildim. Mesela IMF son derece önemli bir unsur, bir anda çökertebilecek bir güce sahip.

 

İs: İktisadi krizin çıkması mesela.

 

ÖM: Hiçbir zaman tam iktidar olunamıyor.

 

İS: Diğer taraftan laik kesimlerin kaygıları var, mesela devletçi merkezci, mesela yükselen bir "Kızıl Elma" koalisyonundan bahsediliyor, orada milliyetçi popülist bir mobilizasyon hareketi var. Hatta deniliyor ki, orada genişleyen bir ittifak var, bu güvenlik ve devlet merkezli kesimlerden, sol Kemalistlerden, bir nevi AKP'nin AB politikalarına karşı daha ulusalcı ve popülist kanadı olan bir milliyetçi akımın yükselmesi var. Bunu da muhalefet olarak görürsek önemli, hatta galiba dün Radikal'de bir akademisyen "orada anti semitizm etrafında odaklanan bir popülist milliyetçi mobilizasyon var" diyordu. Bilmiyorum ne kadar doğru? Onu da bir muhalefet olarak görebiliriz., Yalnızca meclisteki sandalyelere bakarak "AKP bu kadar güçlü iken" dediğimizde yanılıyoruz, bence iktidar olabilmek için gereken güç dengelerini ihmal etmiş oluyoruz. Bence esas o manzaraya bakmak lazım.

 

ÖM: Oldukça ilginç bir belirsizlik durumu da görünüyor doğrusu, American Enterprise Institute'da görevli Michael Rubin yazısında "saydamlık yok ve mali kaynaklarını açıklamalılar diyor.

 

İS: Yeşil sermaye meselesi mi?

 

ÖM: Evet, ona değiniyor.

 

İS: Bir istihbaratım yok özellikle, ama sezgisel düzeyde bunun doğru olduğuna inanamıyorum. Biliyorsun Amerika neo konservatifleri ile AKP'nin arası son zamanlarda limoni, neo konservatif dedikleri George Bush yönetiminde halen hakim olan grup. Zannediyorum Michael Ruben ve Wall Street Journal'da çıkan yazıyı yazan Pollock da neo konservatiflere çok yakın olan kesimler. Ya bir şeyler biliyorlar hakikaten, bir istihbaratları var, o yüzden söylüyorlar, ya da o uyarı sisteminin AKP'ye karşı "sen bizimle işbirliği yapmazsan biz beraber çalışacağımız alternatif güçler ararız" demeye mi getiriyorlar, bilmiyorum. O çok spekülatif, bir şey söyleyemeyeceğim.

 

ÖM: Ortalığı hareketlendirmeye yönelik bir şey olduğu kuşku götürmez. AKP'nin genel durumunu takip etmeye devam edeceğiz herhalde.

 

İS: AB'nin yavaşlamasına başında değindin, istersen onu da bağlayalım, ucu açık kalmasın. Orada da Kıbrıs çıkmazı var, Kıbrıs sorununun çözülmeden AB'de çok hızlı ilerleme olabilir mi? Onu diplomatik açıdan da doğrusu kestiremiyorum ama yavaşlamanın bir gerçekçi nedeni de var. AB tabii çok önemliydi AKP iktidarı için, siyasi gücü için, çünkü bir taraftan hem kültürel olarak muhafazakâr kesimine mesaj verebiliyordu, demokratik hakların derinleştirilmesi, inanç özgürlüğünün daha iyi bir şekilde işlemesi gibi, diğer taraftan diğer grupların farklılıklara olan hassasiyetini tatmin ederek bir taraftan da ekonomik liberal politikalarını da pekiştirebiliyordu. Dolayısıyla AB çok önemli bir fonksiyon gördü AKP için. Kıbrıs meselesinde tıkanma, milliyetçi popülizm yapan kesimlerin gittikçe "Türkiye bölünecek" şeklindeki anti propopagandaları, ekümenik kilise davası vs. Hatta Tayyip Erdoğan'ın eşi geçen gün  Bağcılar'da konuşma yapmış, okuma yazma seferberliği nedeniyle, orada bir takım MHP'li gençler "biz Bağcılar'da klise istemiyoruz" diye bağırmışlar Erdoğan'nın eşine!!

 

ÖM: Sapla saman bir hayli karışmaya başlamış anladığım kadarıyla.

 

İS: Diğer taraftan Kerkük meselesi ve Kuzey Irak'ta bağımsız Kürt devleti kurulabilmesinin aynı kesimler tarafından dile getirilmesi, yine o milliyetçi popülist mobilizasyon için kullanılması durumu var. Bütün bunlar da AKP'yi sıkıştırmış vaziyette. Ayrıca AKP'nin kendi tabanında da muhafazakâr ve bu görüşlere yatkın insanlar var. Epey bir sıkışıklık söz konusu.

 

ÖM: Senin bu ikili ayrımın ilginçti doğrusu. İktidar ittifakı ile seçmen ittifakı arasında sıkışmış bir AKP analizi.

 

İS: Ben öyle diyorum, artık ne kadar açıklıyor bilmiyorum ama benim kafamda bir çok şeyi açıklıyor doğrusu.

 

(1 Mart 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)