Antroposen Sessizliğinin İki Yüzü: Duyulmayan Sesler ve Suskun Amazon

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, Antroposen çağında doğanın farklı yüzlerini keşfetmeye çalışıyor, doğanın hayatta kalabilmesi için sessizliğin sadece duyulması değil, korunması gerektiğini vurguluyor.

""
Antroposen Sessizliğinin İki Yüzü: Duyulmayan Sesler ve Suskun Amazon
 

Antroposen Sessizliğinin İki Yüzü: Duyulmayan Sesler ve Suskun Amazon

podcast servisi: iTunes / RSS

Antroposen yani insan çağının gölgesinde dünya değişiyor. Bu değişim bazen sesle, bazen de sessizlikle kendini gösteriyor. Bu yazıda iki farklı sessizliği keşfe çıkıyoruz.

Kentlerin içinde insan gürültüsünün altında görünmeden yaşayan doğanın gizli seslerini ve Amazonlar'da kuruyan nehirlerle birlikte tamamen susturulan hayatı.

İnsan etkisinin şekillendirdiği bu iki uç deneyim, Antroposen’in beklenmedik ve çelişkili yüzlerini ortaya koyuyor.

Kentlerde Sessiz Bir Doğa: Duyulmayan Sesler

Modern şehirler, betonun, motorların ve insan kalabalığının uğultusunda boğulmuşken, doğa sessiz ama inatçı bir varlık sergiliyor.

New York’ta yapılan bir araştırma, 2 binden fazla mantar ve mikroorganizmanın parkların, kaldırımların ve ağaç köklerinin arasında yaşamayı sürdürdüğünü gösteriyor. New York Mikoloji Topluluğu tarafından yürütülen bu çalışmalar, şehir ekosistemlerinin düşündüğümüzden çok daha canlı ve çeşitli olduğunu fısıldıyor.

Aynı şekilde, kentin içinde yaşayan böcekler, kuşlar ve küçük memeliler de bir ses evreni oluşturuyor.

Ancak bu sesler — yaprakları titreten minik böcek titreşimleri, su altındaki balıkların çıkardığı bilinmeyen “kwa” sesleri — insan yapımı gürültünün altında kayboluyor.

Doğanın bu "görünmez" seslerini duymak, yalnızca sessizleşmeye ve dikkat kesilmeye gönüllü olanlara nasip oluyor.

Bu durum bize şunu düşündürüyor:

Antroposen’de doğa her yerde sessizce biçimlenmiyor. Bazı yerlerde, özellikle insan baskısının geçici olarak hafiflediği alanlarda, doğa fırsat bulup yeniden görünür hale gelebiliyor. Ancak baskının yoğun olduğu, şehirleşmenin ve çevresel tahribatın sınırsızlaştığı coğrafyalarda, doğa sessizliğe gömülmekle kalmıyor; yok oluyor. Doğayı yeniden duymak, yalnızca kendi gürültümüzü kısmakla değil, doğaya yaşam alanı tanımakla mümkün.

Nordelta’da Capybaraların Yükselişi

Bu geçici insan çekilmesinin yarattığı doğa fırsatlarına en çarpıcı örneklerden biri Arjantin’de yaşandı. 

Buenos Aires yakınlarında bulunan Nordelta adlı lüks kapalı site, pandemi sırasında beklenmedik misafirlere ev sahipliği yaptı: Capybaralar.

Capybaralar — dünyanın en büyük kemirgenleri — uzun süredir Nordelta'nın çevresindeki doğal sulak alanlarda yaşıyordu. Ancak insan yerleşimi bu alanları daraltmış, capybaralar kenara itilmişti. Pandemi sırasında yollar boşalıp bahçeler sessizleşince, capybaralar kente doğru yayıldı.

Biyologlara göre, Nordelta'daki capybara popülasyonu son iki yılda üç katına çıkarak yaklaşık bin bireye ulaştı. Başta sevimli karşılanan bu durum, zamanla bazı sorunlar da yarattı; trafik kazaları, bahçelerde tahribat ve küçük köpeklere yönelik saldırılar gibi.

Ancak yaşananlar, daha temel bir soruyu gündeme taşıdı: Kentler yalnızca insanlara mı ait?

Nordelta örneği, Antroposen çağında insan yerleşimlerinin doğanın akışını nasıl etkilediğini ve doğanın, oluşan boşlukları nasıl hızla doldurabildiğini gösteriyor.

Türkiye’den Bir Bakış: Sessiz Zenginlik

Bu sessiz doğa varlığı yalnızca New York gibi metropollerle sınırlı değil. Türkiye, coğrafi konumu, farklı iklim bölgeleri ve zengin bitki örtüsü sayesinde mantar çeşitliliği bakımından dünyanın önde gelen ülkelerinden biridir. Ülkemizde yaklaşık 12 bin civarında mantar türü olduğu tahmin edilmekte, bunların yaklaşık 200 kadarı yenilebilir ve zehirsiz olarak tanımlanmaktadır.

Özellikle Batı Karadeniz, Ege, Akdeniz ve Marmara bölgeleri mantar açısından büyük bir çeşitliliğe sahip. Trüf mantarı, kuzugöbeği, porçini (ayı mantarı), kanlıca (çıntar), istiridye mantarı, mıh mantarı ve imparator mantarı gibi türler hem yerel mutfaklarda, hem de uluslararası pazarlarda önemli bir yer tutmaktadır.

Bu mantarların bazıları Avrupa’ya ihraç edilmekte ve özellikle trüf ve kuzugöbeği gibi türler yüksek ekonomik değer taşımaktadır.

Ancak Türkiye’deki bu biyolojik zenginlik, orman kaybı, bilinçsiz toplama ve iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle tehdit altında.

Doğal mantar popülasyonlarının korunması ve bu eşsiz çeşitliliğin gelecek nesillere aktarılması için bilinçli toplama, ekolojik eğitim ve doğa koruma çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin sessiz ama canlı doğası, Antroposen çağında hâlâ korunabilecek bir direnişi ve umut ihtimalini temsil ediyor.

Amazon'da Bir Kriz: Suskun Topraklar

Dünyanın başka bir ucunda, Amazon’da ise bambaşka bir sessizlik hüküm sürüyor. Ancak bu sessizlik, yaşamın inatçı bir direnişinden değil, ölümcül bir krizden kaynaklanıyor.

2024 yılı, Amazon için son 120 yılın en ağır kuraklığına sahne oldu. Negro ve Solimões nehirleri kuruyarak sadece ekosistemi değil, aynı zamanda nehir kıyısında yaşayan binlerce insanın hayatını da derinden sarstı. Normalde yüzen evlerde yaşayan aileler, bir anda kumla kaplı boş arazilerde mahsur kaldı. Tekneyle yapılan yolculuklar imkânsız hale gelirken, temel gıdaya, sağlık hizmetlerine ve eğitime erişim neredeyse durma noktasına geldi.

Örneğin, 19 yaşındaki Elidia Carolina, iki yaşındaki kızıyla birlikte yaşadığı yüzen evin etrafında artık su değil, kilometrelerce uzanan bir çöl manzarası görüyor.

Balıkçılar, yiyecek ve ilaç taşımak için kilometrelerce yürümek zorunda kalıyor. Kurumuş nehir yatakları hem ekosistemin, hem de insan toplumlarının kırılganlığını gözler önüne seriyor.

Kuraklık yalnızca suyu değil, sesi de çekip aldı.

Amazon'un şırıltılı, kuş cıvıltılı, kurbağa sesleri sustu.

Geriye sadece rüzgârın savurduğu kuru toprak sesleri kaldı.

İki Yüzlü Sessizlik: Ortak Dersler

New York’un beton labirentlerinde saklı kalan doğa sesleri ile Amazon'un ölümcül suskunluğu, Antroposen’in iki uç sessizliğini temsil ediyor. 

Bir yanda insan gürültüsünün bastırdığı yaşamın dirençli sesleri, diğer yanda insan etkisinin yıkıma sürüklediği doğanın çığlıksız kaybı.

Türkiye’nin zengin mantar ekosistemleri ise bu iki uç arasında hâlâ koruyabileceğimiz bir dengeyi simgeliyor. Ancak bu denge, yalnızca bilinçli bir farkındalık ve doğaya karşı gösterilecek özenle korunabilir.

Bu iki sessizlik türü, insanlık için derin bir uyarı taşıyor: Biri, hâlâ dinlemeyi başarabilirsek doğayı yeniden keşfedebileceğimizi; diğeri ise ekosistemlere zarar vermeye devam edersek sessizliğin artık yalnızca mecazi değil, ölümcül olacağını gösteriyor.

Antroposen’in Sürprizleri ve Sessizliğin İki Yüzü

Antroposen’in sürprizleri arasında yer alan bu sessizlikler, farkındalıkla ele alındığında hem kentlerde, hem de vahşi doğada doğanın sesiyle yeniden bağ kurmamız için bir fırsat sunuyor.

Bu fırsat ancak doğayı gerçekten dinlemeye, ona saygı duymaya ve korumaya gönüllü olursak gerçek bir dönüşüme yol açabilir. Kent parklarındaki görünmeyen mantar ağlarından Amazon’un kuruyan nehir yataklarına kadar, doğanın sessiz çağrısına kulak vermek insanlığın geleceğini belirleyecek en kritik adımlardan biri olabilir.