Hikâye İstanbul'da Geçiyor

-
Aa
+
a
a
a

Açık Dergi'de on altıncı yüzyıldan günümüze farklı zamanlarda ve çeşitli edebî türlerde üretilmiş İstanbul temsillerini odağına alan Hikâye İstanbul'da Geçiyor sergisini küratör Şeyda Çetin'le konuşuyoruz.

""
Hikâye İstanbul'da Geçiyor
 

Hikâye İstanbul'da Geçiyor

podcast servisi: iTunes / RSS

İ. M: Apaçık Radyo'da Açık Dergi programı devam ediyor. Bugün Hikâye İstanbul'da Geçiyor sergisini konuşacağız. On altıncı yüzyıldan günümüze farklı zamanlarda ve çeşitli edebi türlerde üretilmiş İstanbul temsillerini odağına alan sergi.  Meşher'de, geçen günlerde açıldı. Serginin iki küratöründen biri, Şeyda Çetin stüdyo konuğumuz, hoş geldiniz.

Ş. T: Hoş buldum, merhaba.

İ. M: Çok teşekkür ederim burada olduğunuz için.

Ş. T: Ben teşekkür ederim davetiniz için.

İ. M: Komşu sayılırız gerçi çok da uzak değil ama.

Ş. T: Evet.

İ. M: İstiklal Caddesi'nde Meşher yepyeni bir işle izleyici karşısına çıktı. Ömer Koç koleksiyonundan yaklaşık 300 kitabın merkezinde olduğu aslında multidisiplinerde diyebileceğimiz bir sergi böyle bir özelliği de var. Bunu konuşacağız şimdi sizinle. Evet Hikaye İstanbul'da Geçiyor, meşakkatli bir arşiv çalışması sonucu ortaya çıkmış hiç şüphesiz. Hem geçmiş olsun hem ellerinize sağlık.

Ş. T: Çok teşekkürler.

İ. M: Şimdi muhtemelen bu işin en keyifli kısmındasınız. İzleyiciyle buluştuğunuz kısmındasınız. Sergi çok yeni açıldı. Uzunca bir sürede açık kalacak bildiğim kadarıyla değil mi?  Meşher işlerinde olduğu gibi.

Ş. T: Evet. 13 Temmuz'a kadar sergimiz ziyarete açık.

İ. M: Peki nasıl bir İstanbul sergisi bu? Kaba bir çerçevesini anlatmanızı rica edeceğim.

Ş. T: Sergi, Batı Edebiyatı'nın kurmaca eserlerindeki İstanbul temsillerini araştıran bir sergi. Ömer Koç koleksiyonunun kitap bölümünden yaklaşık 300 kitabı sergiliyoruz. Bu kitaplar aslında serginin merkezini oluşturuyor. Buradaki İstanbul temsillerinin çok çeşitli olduğunu görüyoruz. Bu çalışma sürecinde de dikkatimizi çekti. Sergide de bu çeşitliliğin peşindeyiz aslında. Neler var, neler görülebilir o sergide? Koleksiyondan sunulan bu seçkide yazarlara ait el yazmaları var. Yazarların bizzat imzalı, itiraflı kitapları var. Nadir ilk baskılar var. Bunları aynı zamanda İstanbul'un bu temsil çeşitliliğinin görselleştirmek, konuyu hem detaylandırmak hem açmak üzere farklı kaynaklardan, koleksiyonlardan, gravür, resim, çeşitli efemeralar dediğiniz gibi arşiv malzemeleri, film sekansları bu kitaplara eşlik ediyor.

İ. M: Koleksiyona takviye olarak değil mi? 

Ş. T: Evet, aslında bizim buradaki bu sergi için niyetimiz İstanbul'un temsil çeşitliliğinde nerelerde kırılmalar yaşanıyor? Nasıl devamlılıklar var? Karşıtlıklar var? Bunların izine düştük. Bu nedenle bir edebiyattan çıkan bir evreni görselleştirmekti niyetimiz. Bu arşiv malzemeleri de, diğer yapıtlar da bunun için çok önemli kaynaklar oldu.

İ. M: Evet, tam da biraz bunu konuşalım istiyorum. Sergiyi daha iyi hayal edebilmesi için dinleyicilerin kimi, nasıl söyleyeyim, baskını anlattılar, bahsettiğiniz türden kırılmaların da işaret ettiği kimi kümelenmeler var, tarihsellik içerisinde ortaya çıkmış eğilimler, onların karşıtı eğilimler, bütün bunları izlemek de -aslında izlemeye de imkan veriyor bu sergi onu da belirtelim. Ben turunuza katıldım, basın turuna katıldım. Orada kimi öne çıkan temalar, hakikaten şöyle bir 400 yıllık tahayyül dünyasına dair çok şey söylüyordu. O yüzden mümkün olabilirse o turun bir benzerini Apaçık Radyo dinleyiciler içinde yapmanızı rica edeceğim.

Ş. T: Tabii, sergiyi görmelerini öncelikle bilirim. Ama ona rehberlik edecek bir takım kitaplardan, örneklerden bahsedersek çok iyi olur. Ben de faydalı olacağını düşünüyorum. Aslında giriş katında ziyaretçiler geldiğinde, izleyiciler geldiklerinde İstanbul hakkında daha çok yakın tarihli kurmaca yapıtlarla karşılaşıyorlar. Burada Eric Ambler'ın kitapları öne çıkıyor.

Eric Ambler, gerilim, casusluk, suç kitaplarında öne çıkan bir isim. Bu konunun hatta babası denilen, bu isimle anılan bir yazar ve üç kitabıyla sergide yer alıyor. Hatta bunlardan bir tanesi, The Light of Day, Topkapı ismiyle filme çekilmiş 1960'larda. Müthiş görüntüler var hakikaten orada. Evet, İstanbul'un 60'lı yıllardaki görüntülerini de bu filmde izliyoruz. Sergide de bizim seçtiğimiz bir bölümüyle bu filmden sahneler yer alıyor. Aynı zamanda arşiv malzemelerinden, gazete küpürlerinden, o dönem İstanbul'a gelen oyuncuların İstanbul'la ilgili düşünceleri, onların yarattığı etki, buradaki izleyicilerin onları nasıl karşıladığı gibi yan anlatılarda var aynı şekilde. James Bond karakterini yaratırken Ian Fleming de Eric Hamler'dan çok etkilenmiş. Bunu pek çok röportajında dile getirmiş. Elbette ki James Bond kitabı da bu sergilediğimiz kitaplar arasında From Russia With Love kitabıyla Ian Fleming de yer alıyor. Gazete arşivlerinden görüyoruz bu film çekildiği dönem 1963 yılında ve nasıl bir yine etki yaratmış, ekonomik olarak nasıl bir katkısı olmuş ya da film gösterime girdiğinde ki yarattığı heyecan yine aynı şekilde bu arşivlerde görmek mümkün oluyor. Elbette İstanbul ve edebiyat dendiğinde akla gelen ilk isimlerden Pierre Loti'nin kitapları da var. Onun eksiksiz otograf el yazması, Aziyadé kitabının otograf el yazması da sergide yer alan eserlerden biri.

İ. M: Tarihselliğe dair tartışmaları da aynı şekilde sergide görmek gerekiyor. Bu kısmı da aslında vurgulayabiliriz. Kuru kuru obje izlenmiyor. Sergide iyi bir yönlendirme var aslında tarihselliğe dair.

Ş. T: Burada önemsediğimiz bu yapıtlar, yayınlandıkları dönemde nasıl algılanmışlardı? Türkiye'deki okuyucular tarafından nasıl alımlanmıştı? Bunu biraz açmak istedik. Yine haliyle arşivlere başvurduk. Pierre Loti tabii, çok tartışmaya yol açmış bir yazar. Hem az ya da karakteri, işte gerçek mi, bu bir kitap, otobiyografi mi? Pierre Loti dost mu? 

İ. M: Yoksa oryantalist bir, nasıl diyeyim, hasımlanma ibaret.

Ş. T: Evet, bunun gibi pek çok tartışma konusu, pek çok nedenle tartışma konusu olmuş. Dönemin edebiyat figürlerinden Pierre Lothi'yle ilgili görüşlerin yer aldığı... Bazı yine gazete küpürleri var. Kitapların sadece Aziyadé'nin değil, sergideki pek çok kitabın ilk Türkçe tercümelerine de yer vermeye çalıştık. Osmanlı Türkçesi'ne tercümeleri varsa onlara ulaşmak niyetlerimizden biriydi. Atatürk kitaplığından ödünç aldığımız kitaplar var. Aynı zamanda çok çeşitli yayın evleri tarafından bu kitaplar tercüme edilmişler. Hele ki Aziyadé gibi çok popüler dönemin için çok ünlenmiş, okunmuş kitaplar farklı yayın evleri tarafından yıllar içerisinde yayınlanmışlar. Bunların aslında kapakları bizim için çok kıymetli.

İ. M: Yaklaşıma dair de çok şey söylüyor.

Ş. T: Aziyadé'yi yeniden yaratıyorlar aslında her bir kapakta ve onların çeşitliliği de görsel olarak çok şey ifade ediyor.

İ. M: Evet, kesinlikle. Buraya kadar konuştuklarımızı şöyle özetlersek: Kimi öne çıkan figürler ve eserler var. Bunlar dediğimiz gibi İstanbul tahayyülüne dair de pek çok şey söylediği için seçilmiş eserler. Fakat bunlar sergide yer alırken farklı bağlamlar eklenerek izleyiciye sunulmuş. Bu açıdan esas küratöryen çalışmanın bu noktada olduğunu söylemek lazım galiba.

Ş. T: Evet, bizim bu sergiye başlarken küratör arkadaşım Ebru Esra Satıcı ile birlikte bu 300 kitabı önce nasıl bir sergi nesnesi haline getireceğimizi düşündük aslında. Tüm kitapları konuları açısından, İstanbul'u ele alışları açısından ve birbirlerine bağlantıları açısından değerlendirdik. Günün sonunda, yaklaşık 35'i diyeceğim. Sergiye geldiklerinde izleyenler fark edecekler. Diğer kitaplara hakkında da pek çok içerik paylaşıyoruz. Ama özellikle 35'ini biraz daha detaylandırdık. Bunun için de bizim açımızdan bunların öne çıkmasının sebebi yine buldukları karşılık farklı İstanbul temsilleri ya da birbirleriyle olan devamlılık ilişki aralarındaki bağlantıyı görünür kılabileceğimiz içeriklere erişebilmemiz, ulaşabilmemiz de.

İ. M: Bu manada evet sergilemenin de böyle bir esprisi var değil mi? 

Ş. T: Evet, evet. Çünkü kitap sergi için aslında obje olarak sergilemeye uygun bir yapıt türü değil. Ya da zorlu bir türü diyebiliriz. Ama onun içerisinden bu zaten çok çeşitli ve zengin bir evren çıkıyordu bu kitapların içerisinde. Biz de onları görünür kılmaya çalıştık.e

İ. M: Pierre Loti'nin çok uzağında olmayan bir yerde yanlış hatırlamıyorsam bir de Orlando vardı galiba değil mi?

İ. M: Aynı kat içerisinde. Onların yan yana gelişlerini mesela nasıl izah edersiniz küratör olarak? Virginia Woolf'un eseri hem aslında farklı versiyonları, film versiyonu ve farklı mecalardaki yansımalarını da bir araya getirdi. Çok da heyecan verici tabii ki. Yani sinemada nasıl karşılık bulmuş edebi eser ve zihnindeki İstanbul imgesi gibi çok da konuşulmayan konular var. Pierre Loti çok uzak olmayan bir yerde onunla konuşan bir köşeyi biraz konuşmak ister misiniz?

Ş. T: Evet, onların karşı karşıya gelmesini sizin bu şekilde yorumlamamız tabii ki bu ilişkilerin kurulması bizi de heyecanlandırıyor. Pierre Loti'in az yerde kitabı otobiyografik olup olmadığı hep tartışmalı olan bir kitap. Orlando da bir biyografi. Aslında buradan birbirlerini, birbirleriyle konuşuyorlar diyebilirim. Orada bir, az ziyade de bir kadın hikayesi var. Aynı zamanda Orlando'da da İstanbul'da, özellikle Virginia Woolf'un bir dönüşüm anını İstanbul'da yaşattığı kitabın neredeyse en can alıcı konusu, noktası diyebileceğimiz bir dönüşümü İstanbul'da geçirmesi çok ilginç. Böyle bir karşılıkları var. Ama aslında Virginia Woolf, Orlando kitabını Vita Sackville-West'e ithaf etmiş.

Vita Sackville-West, yine sergide el yazması şiirleriyle yer alan bir isim. O da eşi nedeniyle bir İngiliz elçiliğinde görev alan, eşi nedeniyle İstanbul'da bulunmuş, yaşamış. Virginia Woolf'un da yakın dostu, hatta romantik partneri olarak bilinir. İstanbul'da yaşadığı dönemde de hatta elçilik kağıtlarına üzerinde Britanya Elçiliği'nin notları olan kağıtlara şiirleri yazmış. Cihangir'de yaşamış, Cihangir'e bir şiir de yazmış bir isim.

İ. M: Evet, o ilginç bir figür hakikaten. Bir tür böyle... Fısıltı Gazetesi işlevi de görmüş gibi. Onun İstanbul tahayyülü. İngiltere en azından buranın tercümesini yapmış ve çok da takip edilmiş gibi bir notta düşmek lazım. Çok katman var hakikaten. Biz söyleşinin yarısını süre itibariyle geçtik ama daha serginin yarısından çok çok uzaktayız. Bu arada unutmamak için şimdi tekrar serginin içine geçeriz ama katalogdan da bahsetmek istiyorum. Hikaye İstanbul'da Geçiyor sergisi için basılan katalogta çok kıymetli yazılar da var, incelemeler de var. Mesela bu söyleşiye girerken benim hakkımda Kaya Genç'in İstanbul'u Yakalamak isimli araştırması var. İncelemesi daha doğrusu akışkan bir kentin batı edebiyatındaki tasvirleri diye belli bir tarihsellik içerisinde İstanbul imajının, daha doğrusu İstanbul tahayyüdünün nasıl dönüştüğünü çok çok iyi anlatıyor. Sizin tabii ki girizgah ve yönlendirme yazılarınızdan sonra, Kaya Genci'nin yazısı... Ardından sevgili dostumuz, programcımız, Akademisyen Melis Behlil'in Edebiyattan Sinemaya Fantastik Bir İstanbul Temsili başlıklı, hayli ilginç bir yapıtı... Hadi oradan devam edelim. Biraz üst katta da gezmeye başlamak iyi olur çünkü. 

Ş. T: Evet. Baron Munchausen'ın kitabı sergideki fantastik özelliğiyle öne çıkan eserlerden biri. Baron Münchhausen karakteri 18. yüzyılda Alman bir subay, aslında gerçek bir karaktere dayanan bir hikaye bu. Anlattığı hikayelerin abartılı olmasıyla ünlenmiş. Bu hikayeler dilden dile dolaşmış. Dolaşırken yenilere eklenmiş. Abartılara da yenilere eklenmiş. Efsanevi bir figür olarak yer etmiş döneminde. Rudolf Erich Raspe bu anlatıları kitaplaştırmış: Baron Münchhausen'in Fantastik Maceraları. Gerçekten fantastik. Baron Münchhausen İstanbul'a da geliyor. Bu anlatılar o kadar yeni edisyonlar halinde, yenileri eklenerek yayınlanıyor ve artıyor ki aslında hangi noktada, hangi ikonunun eklendiği ve orijinalinde ne kadar yer aldığı o da bir muamma bir taraftan. Kurmaca gerçekten işlemiş, Baron Münchhausen'in anlatılarından. İstanbul'a da bir versiyonunda, İstanbul'a da geliyor ve burada sultanı, dönemin sultanı, padişahıyla önce...

Esir düşüp saraya, daha sonra padişahla dost olduğu bir şekilde İstanbul'da geçirdiği bir bölüm de var. Onun çağızını. Sinemayı çok etkilemiş. Sergide üç film ile yer alıyor diyebiliriz. İlki Alman yapımı. Nazi döneminde yapılan bir film. Daha çok propaganda amaçlı üretilmiş. İstanbul anlatısı ilginç. Belirsiz bir yer. Saray, dönemin padişahı ve görüntüler. İstanbul görüntüleri İstanbul'a ait mi? Ya da Osmanlı'nın daha geniş topraklarından bir yer mi? Bu doğunun zaten uzak bir yer ve bilirsiz bir yer olması kitaplarda karşılaştığımız bir konu. Diğeri çek yapımı, Karar Zaman'ın filmi. O çok ilginç, onun ilginç kılan özelliği de... Kitabın baskılarından bir tanesinin, Fransız basımının Gustave Dore tarafından iliştirasyonların yapılmış olması. Bu iliştirasyonlardan çok etkilenen yönetmen Münchhausen bu fantastik hikayelerinden filmini çekiyor ve adeta bu gravürlerle animasyonu birleştirdiği, gravürlerin canlandığı neredeyse nefis görüntülerin olduğu bir film üretmiş, dönemi içinde çok etkileyici olmuş. Pek çok yönetmen esinlenmiş bu yapımdan. Özellikle Terry Gilliam'ın 1980'lerde yaptığı Baron Münchhausen filminde özellikle belirttiği, zamanın yapımından etkilendiğini özellikle belirtiyor.

İ. M: Multidisipliner sanat tahiline dair de çok şey söylüyor. Bir yandan serginin kendisi böyle küçük ayrıntılarıyla. Süre ilerlerken ben artık serginin tamamını, kapsama telaşını tamamen bıraktım. Onu söylemem lazım. Bir iki şeyden daha bahsedelim hazır fırsatımız ve zamanımız varken. Bu arada kısaca hatırlatayım Hikaye İstanbul'da Geçiyor sergisi vesilesiyle. Serginin iki küratöründen birini ağırlıyoruz bu akşam; Şeyda Çetin. Açık Dergi'de konuğumuz.

İkinci katta biraz daha gezecek olursak, Ölümsüz İstanbul diyebiliriz belki. Böylelikle Selim İleri'ye de selam etmiş oluruz. Konuşmak çok iyi olurdu, hiç şüphesiz. 

Ş. T: Immortal'den bahsedelim. Selim İleri'yi de almanız çok iyi olur bu aşamada. Serginin hazırlık sürecinde, özellikle konu Edebiyat ve İstanbul olduğu için elbette Selim İleri'den bir yazı alma hayalimiz. Ekip olarak paylaştığımız bir konuydu. Selim İleri'yle hazırlık sürecinde görüştük. O da bizim heyecanımızı paylaştı. Onunla buluştuk, bu serginin öne çıkan kitaplarını yaklaşımımızı, bugün size anlattığım detayların pek çoğunu paylaştık ve o da özgün bir yazı kalemi aldı bu proje için.

İ. M: Müthiş.

Ş. T: Ve gerçekten... Yazdığı için çok teşekkür ederiz bize. Özellikle Immortal filmi ve kitabı onun kişisel tarih için önemli bir yer tutuyormuş zaten. Onu da kayda geçirmiş oldu böylece. Tekrar kendisini saygı sevgiyle anıyorum.

İ. M: Toprağı bol olsun. Toprağı bol olsun. Şimdi şöyle bir özet yapalım isterseniz. Elimdeki basın bülteninden de biraz faydalanmak isterim. Anamadığımız pek çok şey oldu. Lord Byron'un Don Juan'ını anlamamış olduk. Aslında Orlando civarındayken onu da konuşmak mümkündü şüphesiz. İstanbul'a hiç ayak basmamış olsa da İstanbul hakkında konuşmaktan geri durmamış. Victor Hugo'dan da bahsedebilirdik. Jules Verne'i az evvel kısaca andım. Keraban'ın ismini de anarak ama tabii ki az evvel de söyledim. 300 kitabın merkezde olduğu bir koleksiyon sergisi.

35 yapıt özellikle öne çıkıyor ve farklı koleksiyonlardan, arşivlerden... katkılarla bir tahayyül dünyası, tarihsel analiz, temsiller analizine de imkan verecek şekilde kapsamlandırılıyor. Çok çok kıymetli. Tüm İstanbullular için aslında çok şey anlatan bir sergi bu. Ben size mikrofonu son defa bir uzatacağım ve nasıl katkıda bulunmak isterseniz tamamen size bırakıyorum. Ama bir film programım var. Onun da ilk anonsunu yapmış olalım. Ayrıntıları veremeyecek olsak da şimdi. Buyurun söz tekrar sizden.

Ş. T: Sergi sürecinde özellikle kitaplardan uyarlanmış filmlerin araştırmasını yaptık. Bazı filmler zaten sergide de bizim seçtiğimiz sekanslarıyla yer alıyor. Bu filmlerden bir gösterim seçkisi hazırladık. Sergi 13 Temmuz o kadar devam ediyor ve bu süre içerisinde  Meşher'de film gösterim günleri düzenleyeceğiz. Ama şunu söyleyebilirim, hep bütün filmlerden bahsetmeyelim ama Munchhausen'in bahsettiğim filmlerini izleyeceğiz.

İ. M: Harika.

Ş. T: Daha başka tür olarak çeşitli, konu olarak çeşitli... Dönem olarak 1920'lerden bir sessiz film de var bu gösteri listesinde. Bu çeşitlilikte bir film programı hazırladık.  Meşher'in duyuru kanallarından web sitesi ve sosyal medya hesaplarından takip edebilirler.

İ. M: Evet. Şimdi şunun bir ufak rahatsızlığını duydum. O yüzden bir telafi etmeye çalışayım. Daha çok aslında yakın dönem, çağdaş döneme yakın dönem diyebileceğimiz aralık. Biraz da 19. yüzyıl fazlasıyla konuşmuş gibi hissettim ama bir yandan 400 yıla uzanan aslında bir koleksiyondan bahsediyoruz. En eski eser hangisi diye sorsam?

Ş. T: En eski, bu sergi özelinde tabi ki bunu da belirtmemiz gerekiyor. Bir koleksiyondan doğan bir sergi aslında bu. Bu sergide yer verdiğimiz en eski tarihli eser, 1547 tarihinde. Laborderi isimli bir, aslında seyahatname olarak yaklaşılmış... Pek çok açıdan, özellikle Bizans tarihçileri açısından. Ama aşk mektubu formunda yazılmış bir şiir. Mazum bir eser. İstanbul çok detaylı anlatılıyor. Özellikle işte Bizans eserleri tarihi nedeniyle olsa gerek. Bizans eserleri açısından çok İstanbul tanım olarak yer alıyor aslında. Aslında işte Ayasofya'nın mozaikleri nasıldı, nasıl görünüyordu, İstanbul'un girişi neredendir, saray nerede bulunur gibi. Ama dediğim gibi aşk mektubu formunda olduğu için de oldukça romantik.

İ. M: Laboratory mi demiştiniz? Evet. Peki bunun yanı sıra belge niteliğiyle öne çıkan bir iki objeyi, nesneyi ya da kitabı saymak istesek son birkaç dakikada neleri söylerse seni çok çağdaşlara ittik gibi oldu da. Bir yandan evet tabii ki seyahatnamelerin çok baskın olduğu bir dönem var. Hiç şüphesiz aralarından birini seçmek de çok kolay olmayacaktır ama hani çekici olması bakımından dinleyicilerimize bunu bir daha bir yerde göremezsiniz diyeceğiniz.

Ş. T: Pek çok eser çok nadir, özellikle kitaplar, el yazmaları, otograf el yazmaları nadir. Yazarların ithaf ettiği, imzaladığı ve oraya düştükleri notlar ilginç dönemleri açısından. Bu açıdan evet, bir daha görünmesi mümkün olmayan eserler var sergide. Bununla birlikte aslında yine eklemek için sahne için yazılmış eserler var. Bunlar erken dönemliler yine. On altıncı yüzyıl, on yedinci yüzyıl. Genelde Osmanlı sarayındaki entrikaların eline alındığı. Bu eserler de sergide yer alıyor. Bir de harem anlatısı var aslında. Yine erken dönemde değinmek gerekecek değil mi?

İ. M: Hayır, dünyasında epey baskın olan.

Ş. T: Evet. Onlardan ilginç örnekler var. İki kitabı burada özellikle anlatmak isterim. Harem anlatısında yaygın olarak aslında geçen, özellikle Mary Lady Montagu'ya atfedilen çiçeklerin dili olarak geçen bir gizli lisan olduğu söyleniyor. On sekizinci yüzyılda... Montague'un, neydim ben, Montague'un Avrupa'ya bunu tanıttığını, bu gizli lisanı tanıttığı aslında yaygın olarak biliniyor. Ama sergide 17. yüzyıldan bir örnek var. Duvignon'un yazdığı bir kitap bu. Harem'e girdiğini, gördüğünü iddia eden, bu da çok önemli. İlk ben görmüştüm, bu yapıtlar içerisinde ilk ben görmüştüm. Harem'in iddiası da görülen bir konu. Duvignon'un kitabında bir katalog var. Bir takım çiçeklerin, nesnelerin ne anlamlara geldiğini bir de bunların nasıl kullanıldığını anlattığı hikayeyle birlikte örneğiyle birlikte bir katalog yayınlamış. Oradan detayları da ayrıca ilgilenenler için sunuyoruz. Burada ilginç olan aslında bu kurmaca ve gerçek yine çelişkisi. Böyle bir lisan var mıydı? Ama Devineon kitabında... Fransızca yazdığı bu ifadelerde Türkçe olarak da eklemiş. Kitabında Türkçe karşılıklarını da yazmış. Bu açıdan çok ilginç. Sergi boyunca zaten işte kurmaca ve gerçek çelişkisi. Geçmiş ve bugün çelişkisi. Doğu batı karşılaştırmaları. Yeniden düşünmeye bizi iten içerikler barındırıyor.

İ. M: Evet, önemli tansiyon hatları serginin bunlar, bu son işaret ettikleriniz. Çok teşekkür ediyorum ben kapsamlı izahat için. Evet, Şehadet Çetin'le birlikteydik.  

Meşher'de, önümüzdeki aylar boyunca izlenebilecek Hikâye İstanbul’da Geçiyor sergisini olabildiğince konuşma imkanını bulduk. Hararetle tavsiye ediyoruz.

Meşher, yeni sergisi Hikâye İstanbul’da Geçiyor ile ziyaretçilerini ağırlamaya başladı. 23 Ocak’ta kapılarını açan sergi, batı edebiyatının kurmaca yapıtlarındaki İstanbul temsillerine odaklanarak şehrin edebiyata ve sanatın diğer alanlarına verdiği ilhamı ele alıyor.

İstanbul’un önde gelen disiplinlerarası sergi mekânı Meşher, Hikâye İstanbul’da Geçiyor isimli yeni sergisini ziyaretçileriyle buluşturuyor. 16. yüzyıldan günümüze farklı zamanlarda ve çeşitli edebî türlerde üretilmiş İstanbul temsillerini odağına alan sergi, fantastik öykülerden grafik romanlara, bilimkurgudan casusluk hikâyelerine Batı edebiyatının kurmaca yapıtlarındaki İstanbul tahayyüllerini inceliyor. Ömer Koç Koleksiyonu’ndan yaklaşık 300 kitabın merkezde olduğu seçkide yazarlara ait elyazmaları, nadir ilk baskılar ile imzalı ve ithaflı kitaplara farklı kaynaklardan gravür, resim, nota kitapçığı, film, afiş gibi çeşitli yapıtların yanı sıra yayımlanan Türkçe çeviriler ve gazete kupürleri eşlik ediyor. 23 Ocak’ta kapılarını açan serginin küratörlüğünü Ebru Esra Satıcı ve Şeyda Çetin üstleniyor.

Ziyaretçiler, farklı İstanbul temsillerini bir araya getiren sergide bir yandan şehrin arka plan olarak kullanılışını gözlemlerken diğer yandan insanları, tarihî olayları ve kültürüyle önce edebiyata, ardından diğer yaratıcı alanlara nasıl ilham verdiğine tanık oluyor. Edebî türler arasındaki geçişkenliklere, temsillerdeki benzerlik ve karşıtlıklara, devamlılık ve kırılmalara dikkat çeken sergi, kurduğu çok yönlü anlatıyla geçmiş ve bugün, kurmaca ve gerçek, Doğu ve Batı gibi varsayılan ikilikleri yeniden değerlendirmeye çağırıyor.